YOL VE ERKAN
ALEVİLİK KIZILBAŞLIK SİTESİ

H.BEKTAS VELI SOSYAL KOKENI.H.AKSUT

HACI BEKTAŞ VELİ’NİN SOSYAL KÖKENİ

Hamza AKSÜT·

            ÖZET

                Bu çalışmada, Hacı Bektaş Veli’nin üyesi olduğu boy ve oba ortaya konacak ve buna paralel olarak onun yaşadığı yerle ilgili tespitlere yer verilecektir. Ayrıca, Hacı Bektaş’ın çevresindeki erenlerden Kadıncık Ana, Ede Balı ve Güvenç Abdal’ın bu sosyal ve coğrafî ortamla ilgisi irdelenecektir.  

                ABSTRACT

                In this work, the clan and the group of nomads which Hacı Bektaş Veli is a member of will be stated, and in parallel with this, determinations of the place he lived in will also be presented. In addition to that, the relevance of Kadıncık Ana, Ede Balı and Güvenç Abdal, who are among the erens around Hacı Bektaş, with this socio- geographic milieu will be studied.

               

Anahtar Kelimeler: Hacı Bektaş Veli, Kadıncık Ana, Ede Balı, Güvenç Abdal

Key Words: Hacı Bektaş Veli, Kadıncık Ana, Ede Balı, Güvenç Abdal

 

Bu yazıda, Anadolu Alevîliğinin kurucu ereni Hacı Bektaş’ın üyesi olduğu boy ve oba ortaya konacak, buna paralel olarak onun yaşadığı coğrafî ortamlar hakkındaki belirlemelere yer verilecektir. Ayrıca, Hacı Bektaş’ın çevresindeki erenlerden Kadıncık Ana, Ede Balı ve Güvenç Abdal’ın, bu sosyal ve coğrafî ortamla ilgisi irdelenecektir. Hacı Bektaş’ın (günümüzde birçok spekülasyona konu olan) Alevî erenler hiyerarşisindeki yeri, bu yazının kapsamı dışındadır.

Metindeki bazı sosyal terimlerin içerdiği anlamlar:

Boy: Bu terimle kastedilen, 12 Üç-ok ve 12 Boz-ok olmak üzere 24 Oğuz biriminden her biridir. 

Oba: Boyun parçalarıdır. Kaşgarlı, oba sözcüğünü Oğuzca olarak nitelemektedir.[i][1]

Ocak: Obadan küçük birimdir. Dede ocağı tamlamasının kökeni, bu birimdir.

Oymak: Farklı boylara ya da aynı boya ait obaların kışlada ve yaylada bir arada bulunmasıdır.

El (İl): Boy ve oymaklardan oluşan federatif yapıdır.

Aşiret: Boy sözcüğünün Arapçısıdır.

Yerleşik-göçebe: Göçebe gibi sürekli yayla ve kışla değiştiren topluluk değil, her yıl aynı yaylayı ve kışlayı kullanan topluluk. Bu topluluklar, ancak çok önemli olaylardan sonra yurt değiştirir.

a-Alevî eren adları, erenin unvanını ve üyesi olduğu göçebe birimin adını içeren tamlamalardır.

Bilim dünyası, şimdiye değin Alevî eren adları üzerine ciddi biçimde eğilmemiş, bu nedenle, Alevîliği üreten kitlenin diline yabancı kalmıştır. Oysa, Alevîliği üreten Türkmenin (konumuz dönemi için göçebe Oğuz) kendine özgü sosyal yapısı ve bu sosyal yapının gerektirdiği ad vurma geleneği vardır. İşte, Alevî eren adları bu yapının ve geleneğin ürünüdür.

Göçebe olan Oğuzlarda birey değil, bireyin hangi göçebe birimden olduğu önemlidir. Buna paralel olarak, kişinin bireysel adından başka, göçebe birime üyeliğini belirten -tamlama halinde- bir adı daha vardır.

Kaşgarlı’nın yazdığına göre iki Oğuz’un tanışmasında bireysel adın herhangi bir önemi yoktur: “Birbirini tanımayan iki adam karşılaştığı zaman önce selamlaşır, sonra ‘boy kim’ diye sorarlar. ‘Hangi kabiledensin?’ demektir. ‘Salgur’ diye cevap verir. Yahut kitabın baş tarafında söylediğim boy adlarından birisini söyler. Bundan sonra konuşmaya başlarlar. Yahut durmaksızın ayrılırlar. Böylelikle birisi öbürünün kabilesini tanımış olur.”[ii][2]

Alevî eren adlarının oluşum mantığı, Kaşgarlı’nın verdiği bilgiyle tamamen uyumludur. Bu bilgiyi konumuza uyarlarsak; göçebe Oğuz topluluğunun bir biriminin üyesi olan erenin doğuşta verilen adı değil, onun üyesi olduğu göçebe birimin ve o birimdeki konumunun adı ön plandadır. Daha açıkçası, ‘kişinin unvanı + üyesi olduğu topluluk’, erenin yaygın kullanılan ve günümüze ulaşan adıdır.

Bu konuda birkaç örnek vermek gerekirse; Dede Garkın, Garkın boyundan olan dede; Baba İlyas, İlyas obasından olan baba[iii][3]; Hacı Kureyş, Kureyş topluluğundan olan hacı gibi adları sayabiliriz. Dede, baba ve hacı unvandır. Garkın, İlyas ve Kureyş ise topluluk adıdır.

b-Hacı Bektaş, Bekdeş topluluğundan olan Hacı ya da Bekdeş topluluğunun hacısı anlamında bir addır.

Eren adlarının bu oluşum mantığına göre, Hacı Bektaş, Bekdeş topluluğundan olan hacı ya da Bekdeş topluluğunun hacısı anlamında bir addır. Yani, Hacı Bektaş’tan söz edilirken, adı Bektaş olan bir kişiden değil, Bektaş topluluğundan olan hacıdan söz edilmektedir.[iv][4] Bu belirleme, Hacı Bektaş ile Bekdeş topluluğunun hareketinin aynı ortamlarda gerçekleşmiş olması anlamına gelir. Öyleyse, Hacı Bektaş’ın yaşamını açıklığa kavuşturmak için Bekdeş topluluğunun varlığını saptamak ve izini sürmek gerekir.

c-Bekdeş, bir Türkmen obasının adıdır.

Bu obanın varlığı, ilk kez yirminci yüzyıl başlarında Gaziantep ve Suriye’deki Türkmenlerle yapılan bir toplantıda -Bayındır boyunun bir obası olarak- belirlenmiştir.[v][5] Bekdeş obasının adı, Menteş/Mendeş, Gündeş gibi Türkmen obalarıyla[vi][6] uyaklıdır. Aşağıda, Akkoyunlularla ilgili bölümde değineceğimiz gibi Bekdeş obasının çok eski bir geçmişi vardır. Ancak, kaynaklarda ad tamlamasının bir parçası olarak yer alan bu obanın şimdiye dek farkına varılamamıştır. Araştırmacıların Bekdeş obasını fark edememesinin nedeni, Bektaş adının yaygın bireysel adlardan olmasıdır. Daha açıkçası; araştırmacılar, kayıtlarda Bektaş/Bekteş olarak yer alan bu topluluğu, tam tersi bir yaklaşımla, Bektaş adlı bir kişinin soyundan gelen bir topluluk olarak algılamış ve obanın farkına varamamıştır. Oysa biliyoruz ki, Oğuz boyları ve obaları kişiye ad verebilmektedir. Örneğin; Bayındır, Menteş bu tür adlardandır.[vii][7]

d-Bekdeş topluluğunun ilk yurdu El-Cezire ( Kuzey Mezopotamya ) yöresidir.

El-Cezire, güney sınırı Irak’ın Tikrit kenti olmak üzere, Fırat ve Dicle ırmakları arasındaki coğrafyanın adıdır.[viii][8] Okurlar, bu coğrafyayı, kuzey sınırı Diyarbakır olmak üzere Kuzey Mezopotamya olarak da anlayabilirler.

Bekdeş obası, El-Cezire’de birçok yerleşime ad vermişti. Bunlardan en önemlisi, Mardin’in Kızıltepe ilçesindeki Bektaş-ı Büzürk köyüydü.[ix][9] Köyün günümüzdeki adı Bektaş’tır. Bektaş-ı Büzürk köyü, Urfa-Viranşehir-Nusaybin-Musul yolu üzerindeydi.[x][10] Dede Garkın’ın zaviyesi de bu yol üzerinde, Viranşehir kırsalında, günümüzdeki adı Dede olan köydeydi.[xi][11] Bekdeş topluluğunun (Türkmenlerin kışlağındaki) bir başka yurdu, Sahra-i Mardin nahiyesindeki Bektaş-ı Küçük’tü.[xii][12] Adı günümüze ulaşmayan bu yerleşim de Mardin’in Kızıltepe yöresindeydi.[xiii][13]

Bekdeş obasının El-Cezire yöresindeki öteki yurtları, Garbi Amid ve Şarki Amid nahiyelerinde kayıtlı olan Bektaş Viranı ve Bekteş Viranı yerleşimleriydi. On altıncı yüzyılda bu iki yerleşim, mezra idi, yani, bu iki yerleşim nüfussuz duruma düşmüştü.[xiv][14] Şarki Amid nahiyesi, Diyarbakır’ın Bismil ilçesi yöresini kapsıyordu. Bismil yöresinde günümüzde Seyithasan, Türkmenhacı, Şükürlü adlı Alevî-Türkmen köyleri vardır.[xv][15]

e-Mardin’deki Bektaş-ı Büzürk, Bekdeş topluluğunun kışlak köylerinden biriydi. Topluluğun yayla yurtlarından biri, Malatya-Sivas sınırındaki Bektaş köyüydü.

Resmî bir kayıtta yer alan “ber cemaat-i Bektaşlu an oymağ-ı Zorganlu” tanımlamasına göre Malatya-Sivas sınırında yaylayan Bektaşlu topluluğunun bir parçası, Zorganlu adını taşımaktadır.[xvi][16] Zorgan, Büyük Bektaş köyünün yer aldığı nahiyenin ve nahiyedeki bir derenin adıdır.[xvii][17] Dolaysıyla, kayıtta adı geçen Bektaşlu topluluğunun kışlağı, Kızıltepe kırsalındaki Zerkan yöresi, yani, Bektaş-ı Büzürk köyüdür. (Zerkanlı adlı bir topluluk, Erzincan’dadır. Malatya’daki Balıyan aşiretinin bir bölümünün Zerkanlı olduğu söylenmektedir. Her iki topluluk da Alevîdir.)

Bekdeş obasının yaylası, Malatya-Sivas sınırında yer alan Yama dağlarında, Kangal ilçesinin Bektaş köyüydü. Bektaş köyü, Tahrir Defterlerinde Bektaş Viranı olarak kayıtlıdır.[xviii][18] Köyün viran olarak nitelenmesi, Bekdeş obasının zamanla burayı terk ettiği anlamına gelir.

Osmanlı tahrirlerine göre Bektaş köyü çevresi, Bayındır boyunun yurduydu. Bayındırlar, Bektaş köyü ile, komşusu Akçakale köyü arasındaki Akçakale Gediği, Çukur Çayır, Çoraboğlu adlı yerlerde ‘kadimden beri’ yaylıyordu.[xix][19] Yöredeki Bayındır köyü de bu boyun yadigarıdır.

Yama dağlarındaki Bektaş köyünde, Hacı Bektaş adlı ziyaret/yatır vardır. Yatırın ortasında silindir biçiminde, kara, dikili bir taş vardır. Taş, toprakla örtülü dairesel bir düzlemin ortasındadır. Yatırın dört yanı duvarla çevrilidir. Köy halkı, Hacı Bektaş’ın bir süre burada yaşadığını, köyde sığır otlattığını, daha sonra köyü terk ettiğini söylemektedir. Bektaş köyünün çevresindeki Alevî köylerin halkı da Hacı Bektaş’ın bu köyde yaşadığını, yatırda yatan kişinin Hacı Bektaş olduğunu söylemektedir.[xx][20] Bektaş köyündeki bir başka ziyaret, Solak adını taşımaktadır ki, Solak, Anadolu Alevîlerinin ünlü obalarındandır. Safevi Devleti’nde de etkin bir role sahip olan Solaklı Obası’nın[xxi][21] bir süre burada barındığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, Aşıkpaşazade, Hacı Bektaş’ın, Sivas’a uğradığını kaydetmektedir[xxii][22] ki, bu bilgi, Bekdeş obasının Sivas’taki bu yurduyla ilgili görünmektedir.

Köylülerden aldığım en ilginç bilgi, Hacı Bektaş’ın buraya ‘sufra silkmiş’ olmasıdır. Sofra ya da sufranın Hoca Ahmed Yesevi ile ilgisi vardır. Sufra sözcüğü Arapça’da sarı olmak, sarı anlamındadır. Sufradarlık ise, yönetmek anlamına gelir. Ahmet Yesevi şecerenamesine göre ilk sufra tutucular, Ahmet Yesevi’nin atası Aslan Bab ile babası İbrahim Şeyh’tir. Ahmet Yesevi’nin kendisi de Yesi’ye yalnızca sufra tutmak için gelmiştir. Buna göre, sufra tutmak Yeseviliğin geleneksel bir mirasıdır.[xxiii][23] Hoca Ahmed Yesevi, kilitli bir sofrayı açarak zuhur etme zamanının geldiğini anlar.[xxiv][24] Sarı Saltuk menkıbesine göre Hacı Bektaş, Halil İbrahim seccadesinde oturmakta, ayrıca, erenlere helva pişirip yedirmektedir.[xxv][25] Halil İbrahim ile sofranın ilgisini Halil İbrahim Sofrası deyiminden biliyoruz. Kısacası; tüm bu bilgilerden çıkan sonuç, Hacı Bektaş’ın sufradar yani yönetici, yöneltici olduğu ve Hoca Ahmet Yesevi geleneğindeki sufra öğesinin temsilcisi olduğudur.

Sufra kavramına Akkoyunlularda da rastlanmaktadır. Akkoyunlu tarihini anlatan Kitab-ı Diyarbekriyye’deki bir pasaj, bu açıdan son derece ilginçtir: Akkoyunlu ordusu, Bektaş-ı Büzürk köyünün kuzeyindeki Akziyaret’te konaklamış ve Uzun Hasan Beğ uykuya dalmıştır.[xxvi][26] Anlatımı aynen aktararak devam edelim: Bu sırada, ‘kutbü’l budala’ (abdalların kutbu) ve tacü’l meczubin (meczubların tacı) Baba Abdurrahman acele gelip çadırın çivilerini sağlamlaştırdı. Kendi kendine konuşup dolaşırken çadırın bir direğini düşmüş buldu. O direği düzeltti. Sonra Sahip Kıran (Uzun Hasan Beğ) ata binip divanhaneye indi. Emirler, devlet erkanı ve diğer inak, ordu ayanı ve askerler saltanat dergahına koştular. Sofra kurdular. Baba Abdurrahman tekrar toplantı yerine koştu. Her an birine vurmaya, oraya çekilmiş yemeği herkese vermeye başladı. Sonra Uruk Muhammed’in kemerinden kılıcı çıkarıp bir tasa vurarak, “Bu, İbn Tarhan’ın kellesidir.” dedikten sonra kılıcı bıraktı. Bir ipi ortasından tutarak Sahib Kıran’ın beline bağladı. Toplantı yerinden bir sürahi alıp onun eline vererek “İç, korkma hepsi senindir” dedi.”  

Bir süre sonra, Baba Abdurrahman’ın kerameti gerçekleşir ve Akkoyunluların düşmanı olan İbn Tarhan, Uruk Muhammed’in kılıcıyla öldürülür.[xxvii][27] Yine bir seferinde Uzun Hasan, evin kapısını açtığında Baba Abdurrahman’ın sesini duyar: “Korkma, İran ve Turan senindir.”[xxviii][28]der.

Görüldüğü gibi, sözü edilen sofra, devlet erkanının bir toplantısıdır. Baba Abdurrahman, sofrada öğütte bulunmuş, yol göstermiş, gelecekten haber vermiştir. Uzun Hasan Beğ’e kuşak bağlaması ise ayrı bir anlam taşımaktadır. Vilayetname’ye göre de Hacı Bektaş, Kara Osman’a (Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Beğ’e) kuşak bağlamıştır.[xxix][29]

Akkoyunluların gaip dervişi Baba Abdurrahman’ın yurdunun, Kızıltepe yöresindeki Akziyaret olduğu sanılmaktadır.[xxx][30] Ancak, belirtmek gerekir ki, yapıtta sözü edilen Baba Abdurrahman, gaip bir derviştir. Baba Abdurrahman, ‘seyyidü’l budala’ ve ‘seyyidü’l meczubin’ olarak da nitelenmektedir.[xxxi][31]

f-Ede Balı’ya ad veren Balı obasıyla, Hacı Bektaş’a ad veren Bektaş obası, kışlada ve yaylada aynı coğrafyayı paylaşmaktaydı. 

Bilindiği gibi, Hacı Bektaş’ın sosyal çevresinde yer alan erenlerden birisi Ede Balı’dır.[xxxii][32] Osmanlı kaynaklarına göre Osmanlı ailesinin Ede Balı ile yakın ilişkisi vardır. Yine bu kaynaklara göre Osman Bey, Ede Balı’nın kızı Balı Hatun’la evlenmiştir.[xxxiii][33] Vilayetname ise Ede Balı’dan söz etmemekte, bunun yerine, Kara Osman ile Hacı Bektaş arasındaki ilişkiden söz etmektedir.[xxxiv][34]

Ede Balı, Balı topluluğunun edesi anlamında bir addır. Ede, baba anlamındadır. Dolaysıyla Ede Balı, Balı topluluğunun babası anlamında bir addır. Ede Balı’nın kızının adı Balı Hatundur ki, Balı topluluğunun hatunu anlamında bir ad olduğu açıktır. Araştırmacıların bir bölümü, kaynaklarda Ede Balı biçiminde açıkça kaydedilen bu erenin adını Edebali biçiminde okuma eğilimindedir ki; bu yaklaşım, Türkmen boy ve obalarınınn tanımamanın bir sonucudur.

Hacı Bektaş’a ad veren Bektaş topluluğu ile, Ede Balı’ya ad veren Balı topluluğunun yayla ve kışla yurtları aynı coğrafyadaydı. Tahrir kaydında, Kayı’ya bağlı (tabi-i Kayı) biçiminde nitelenen Balı obasının yayla yurdu, Malatya-Sivas sınırı yöresindeydi. Sivas-Gürün’ün Mancılık köyü[xxxv][35], Malatya-Kuluncak’ın Başviran köyü[xxxvi][36] ve Sivas-Kangal’ın Hatun Çayırı köylerinde yaylayan Balı obası, Berriye’de[xxxvii][37] (Mardin-Kızıltepe ve Urfa-Viranşehir yöresinde) kışlıyordu.[xxxviii][38] Balı obasının bu yöredeki yurtları, Balluca-i Ülya, Balluca-i Süfla, Balcık-ı Süfla, Balcık-ı Diğer gibi yerleşimlerdi.[xxxix][39]

g- Bekdeş obası, Akkoyunlu devletinde ve Safevi devletinde etkin rol almış bir topluluktur. 

Bekdeş obası, Akkoyunluların temel topluluklarındandır. Araştırmacılar, Akkoyunlu tarihini anlatan Kitab-ı Diyarbekriyye’de birçok kez adı geçen bu obanın farkına varamamıştır.[xl][40] Bu yapıtta kişi adları, boy ve oba adlarıyla tamlanmaktadır. Örneğin; Mansur-i Afşar, İl Aldı Beğ-i Çebni adlarının[xli][41] son bölümleri topluluk adıdır. İşte, Akkoyunlu devletindeki Bektaşlı komutanların adları da aynı biçimdedir.

Buna göre, Sufi Halil-i Bektaş, Muhammed-i Bektaş, Kutbeddin-i Bektaş, Osman-ı Bektaş, Hamza-i Bektaş gibi Akkoyunlu komutanların adındaki Bektaş, konumuz olan obadır.[xlii][42] (Komutan adlarının Kutbeddin, Sufi gibi dinsel, hatta mezhepsel içerikli olması ilginçtir.)

Bunlardan Sufi Halil-i Bektaş, Uzun Hasan Beğ’in yanındaki komutanlardandı. Otlukbeli Savaşı’nda Uzun Hasan Beğ, Sufi Halil-i Bektaş-ı Muslu’yu alarak savaş alanına yönelmişti. Sufi Halil-i Bektaş, savaşa niyetli olan Uzun Hasan Beğ’e “Gaipleri  ancak Allah bilir” diyerek onu savaştan caydırmaya çalışmıştı.[xliii][43]

Şah İsmail’in Anadolu seferinde Diyarbakır egemeni olan Emir Beğ-i Muslu, topluluğuyla birlikte Safevilere katılmıştı.[xliv][44] Muslu topluluğu, Bekdeş obasını içeren bir oymaktı. Akkoyunlu kaynağındaki ‘Bektaş-ı Muslu’ topluluğu ve ‘Sufi Halil-i Bektaş-ı Muslu’ nitelemesi[xlv][45], Bektaş ve Muslu topluluklarının bağlantısının göstergesidir.[xlvi][46]

h-Bekdeş obasının bir başka yurdu Elbistan kırsalındaydı.

Bekdeş obasının bir bölümü, Elbistan’ın Ahsendere nahiyesindeki Şıvgın mezrasında yaylıyordu. Elbistan yöresindeki Türkmen topluluklarının ana kolları, Yeni-İl Türkmenleri arasındaydı ve Malatya-Sivas sınırında yaylıyordu. Bektaş obası da aynı durumdaydı. Yani, Elbistan’daki Bektaş obası, Yeni-İl’deki Bektaş obasının bir parçasıydı.[xlvii][47] Vilayetname’de Hacı Bektaş’ın Elbistan’dan, Sulucakarahöyük’e geldiği belirtilmektedir[xlviii][48] ki, bu durum, Bektaş obasının Elbistan’daki yurduyla uyumludur.

i-Bekdeş topluluğunun bu yurtlardaki hareketi ile (Hacı Bektaş vilayetnamesinde anlatılan) Hacı Bektaş’ın, Sulucakarahöyük’e gelişte izlediği yol, uyum halindedir.

Vilayetname’ye göre Hacı Bektaş’ın, Türkistan’dan Rum ülkesine yolculuğu şöyle gerçekleşiyor:  Türkistan’dan çöle hareket ediyor, çöldeki iki aslanı taş ediyor, Kürdistan’da bir kavmin içinde bir süre eğleşiyor. (Taş aslanların Kürdistan’a yakın olduğu belirtiliyor.) Necef’te, Hz. Ali türbesini ziyaret ediyor. Kabe’ye varıyor, İmam Muhammed Bakır’ın seccadesi yanında üç yıl kalıyor. Medine’ye uğradıktan sonra Kudüs, Halep yoluyla Maraş’taki Ashab-ı Kef’i ziyaret ediyor, Kayseri’den Sulucakarahöyük’e geliyor.[xlix][49]

Konumuz olan erenin adındaki ‘Hacı’, Kabe’yi ziyaret etmiş kişinin aldığı unvanla ilgili gibi hacı sözcüğü, seyyid, derviş ya da hace ( hoca) anlamında olmalıdır. Kaldı ki, hacı sözcüğüyle nitelenen yalnızca Hacı Bektaş değildir. Hacı Mihman, Hacı Bağadın[l][50], Hacı Kureyş[li][51] gibi erenler de bu unvanla anılmaktadır.

Hacı Bektaş’ın taş ettiği aslanlar için birkaç olasılık vardır: Mardin yakınlarındaki iki taş aslan (Mardin müzesine kaldırılmıştır), Harran yakınlarındaki Aslantaş köyü[lii][52] ve Darende ile Elbistan arasındaki Aslantaş’taki iki taş aslan. Vilayetname’ye göre Hacı Bektaş, bu taş aslanların olduğu yörede bir süre yaşamış, hatta bir evlatlık edinmiştir. Sözü edilen bu yer, büyük bir olasılıkla Bekdeş topluluğunun El-Cezire’deki yurdundadır. 

Vilayetname’de, aynı yörede balıkların Hacı Bektaş’a selam verdiği kaydedilmektedir ki, sözü edilen yöre, kutsal balık motifiyle ünlü Urfa ve Mardin olmalıdır. Hacı Bektaş’ın, İmam Muhammed Bakır’ın seccadesi yanında üç yıl mücavir olması ise Urfa’nın güney kırsalındaki Muhammed Bakır türbesiyle ilgili olabilir.

Yukarıdan beri sunulan bilgiler ışığında, Hacı Bektaş’ın yolculuğunun, El-Cezire’deki Bektaş-ı Büzürk kışlağı-Kangal’daki Bektaş yaylası-Elbistan’daki Şıvgın yaylası-Sulucakarahöyük güzergahında gerçekleşmiş olduğunu söylemek gerekir. Aslında bu yolculuk, Bektaş obasının yolculuğudur. Bektaş obasının hacısı olan Hacı Bektaş, obasının yolculuğunda bulunmuştur.

j-Kadıncık Ana, Kadıncık obasından olan ana ya da Kadıncık obasının anası anlamında bir addır.

Vilayetname’ye göre Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş’ı ilk görenlerin arasında Kadıncık Ana adlı birisi vardı. İdris’in karısı olan Kadıncık Ana, Hacı Bektaş’a yardım edenlerin başında geliyordu. Hacı Bektaş zamanla, ara sıra Kadıncık Ana’nın evinde kalmaya başlamıştı. Yine Vilayetname’ye göre Kadıncık Ana’nın asıl adı Kutlu Melek’ti. Halk, sevgi ifadesi olarak ona Kadıncık Ana diye hitap ederdi. Hacı Bektaş’ın Kadıncık Ana’dan –nefes yoluyla– çocukları olmuştu.[liii][53]

Kadıncık Ana’nın türbesi Hacıbektaş kasabasındadır. Ayrıca, Eskişehir’in Seyitgazi yöresindeki Karacaali’de Kadıncık Ana adlı bir türbe vardır.[liv][54]

Vilayetname’deki olaylar konumuz kapsamında değildir. Vilayetname’den aktardığımız bu bilgiler, hangi düzeyde olursa olsun Hacı Bektaş ile Kadıncık Ana adlı birisinin aynı ortamda yaşadığını göstermektedir. Kadıncık Ana, Vilayetname’de de belirtildiği gibi, bireysel bir ad değildir. Kadıncık Ana, Kadıncık obasından olan ana ya da Kadıncık obasının anası anlamında bir addır. Öyleyse, Türkmenlerde Kadıncık adlı bir oba var mı, sorusunun yanıtını aramak gerekiyor.

Evet, Türkmenlerde Kadıncık adlı bir oba vardır. Üstelik, bu obanın yurdu, Bekdeş obasının Elbistan’daki yurdunun çok yakınındadır. Kadıncık obası, Elbistan’ın Sarsab nahiyesindeki Bebe, Beştepe ve Aktil mezralarında yaylıyor, Elbistan’ın Ayn-ül Arus nahiyesindeki Bozdoğan köyünde kışlıyordu.[lv][55] Obanın yayladığı yerde Şam Yörükleri (yörügan-ı Şam) olarak nitelenen topluluklar vardı. Bu toplulukların ana kolları ise Yen-İl Türkmenleri arasında, Malatya-Sivas sınırında yaylıyordu.[lvi][56] 1577 yılında ortaya çıkan Şah İsmail ayaklanması bu yaylada başlamıştı.[lvii][57]

Yukarıda da belirtildiği gibi Bektaş obasının bir bölümü, Elbistan’ın Ahsendere nahiyesindeki Şıvgın’da yaylıyordu. Bektaş obasının yaylasıyla Kadıncık obasının yaylasının aynı yörede olması, Vilayetname’deki Hacı Bektaş ile Kadıncık Ana bağlantısının sosyal dayanağını ortaya koyduğu gibi, bu iki obanın tanışık olduğunu ve Sulucakarahöyük’e gelmeden önce de aynı coğrafyayı paylaştığını gösterir.

Bu duruma göre Sulucakarahöyük’e (şimdiki Hacıbektaş kasabasına) ilk yerleşenlerin en azından bir bölümünün  Kadıncık obasından olduğunu belirtmek gerekir. Kadıncık obası, Sulucakarahöyük’e Elbistan’dan gelmiş olmalıdır.

Öte yandan, Aşıkpaşazade, Hacı Bektaş’ın, Hatun Ana adlı bir muhibbinin olduğunu kaydediyor. Yazara göre Hatun Ana, Hacı Bektaş öldükten sonra onun türbesini yaptırmış, Abdal Musa ile işbirliğine girmiştir.[lviii][58] İlk bakışta, yazarın Hatun Ana ile Kadıncık Ana’yı kastettiğini düşünmek gerekir. Ne var ki, El-Cezire, Yeni-İl, Malatya ve Maraş’ta Hatun adlı bir obanın var olduğu görülmektedir. Buna göre; Hatun Ana, ‘Hatun obasından olan ana’ ya da ‘ Hatun topluluğunun anası’ anlamında bir ad olmalıdır. (Dede ocağı üyesi kadınlara ‘Ana’ denir.)

Hatun topluluğunun El-Cezire’deki yurdu, Nusaybin’in batısındaki Öksüzçalı nahiyesindeydi ve Hatun Viranı adını taşıyordu.[lix][59] (Viran nitelemesi, obanın burayı terk ettiğini belirtmektedir.) Hatun topluluğunun yaylası, Kangal ilçesindeki Hatun Çayırı köyü ve Malatya’nın Korucuk köyü yakınlarındaki Hatun Köyü olmalıdır.[lx][60] (Korucuk köyü, Tohma ırmağı kenarındadır ve Hasandede adlı ocağıyla ünlüdür. Hasandede türbesinde Kara Solak ve Ağ Solak adlı erenler yatmaktadır.)

Hatun topluluğunun ad verdiği bir başka yer, Elbistan’ın Sarsab nahiyesindeki Hatun Kendi’dir. Buradaki kend, köy anlamındadır.[lxi][61] Tahrir kaydına göre bu köyün öteki adı Arslantaş’tır. Arslantaş, konumuz açısından ilginç bir köydür. 1577 yılında ortaya çıkan Şah İsmail ayaklanmasının başlangıç yerlerinden birisi bu köydür.[lxii][62]

Asıl ilginç olan, Kadıncık obasıyla Hatun obasının Elbistan kırsalında ve birbirine çok yakın yurtlara sahip olmasıdır. Buradan hareketle, aynı anlamdaki bu iki adın tek bir obayı ifade ettiği düşünülebilir. Her ne olursa olsun; Kadıncık Ana ya da Hatun Ana’ya ad veren oba ya da obaların Bekdeş obasıyla aynı coğrafyalarda dolaştığı anlaşılmaktadır ki, konumuz açısından önemli olan da budur.

k-Güvenç Abdal, Güvenç obasından olan abdal ya da Güvenç obasının abdalı anlamında bir addır.

Vilayetname’ye göre Hacı Bektaş’ın çevresindeki erenlerden birisi Güvenç Abdal’dır. Bu erenin mezarı Hacı Bektaş türbesindedir.

Güvenç Abdal, Güvenç obasının abdalı ya da Güvenç obasından olan abdal anlamında bir addır. Güvenç obasının yurtlarından biri, Şarki Amid nahiyesindeki Güvençoğlu köyüydü.[lxiii][63] Güvençoğlu köyü, Bismil ilçesinin Seyithasan adlı Alevî-Türkmen köyüne komşuydu.

Güvenç obasının bir başka kışlak yurdu Şanlıurfa’nın Akçakale yöresindeydi. Güvençoğlu’nun yayla yurdu ise, Yama dağlarıydı. Obadan kopan bir grup, Malatya’nın Hekimhan ilçesindeki Güvenç köyünü kurmuştur. Güvenç köyü halkı, yedi yüzyıl önceki yayla ve kışla yurtlarını unutmamıştır.[lxiv][64]

Güvenç’in Genç biçiminde telâffuzunu da düşünmek gerekir. Buna göre, Seyitgazi yöresindeki Avdan köyünde türbesi bulunan[lxv][65] Genç Abdal’ın bu obayla ilgisi düşünülebilir.

Görüldüğü gibi, Güvenç obası, Bekdeş obasıyla birlikte Şarki Amid’de bulunmuştur. Dolaysıyla, Güvenç obasının abdalı ile Bekdeş obasının hacısı yakın ilişki içindedir.

l-Menteş, bir oba adıdır. Aşıkpaşazade’nin sözünü ettiği Menteş, bu obanın dervişi olmalıdır.

Aşıkpaşazade, Hacı Bektaş’ın Menteş adlı bir kardeşi olduğunu ve Menteş’in Sivas’ta şehit edildiğini kaydediyor. Yazara göre Hacı Bektaş ve kardeşi, yerleşik toplum üyeleri gibi Anadolu’ya geliyor. Hatta, iki kardeş, yazarın atalarından olan Baba İlyas’ı görmek amacıyla seyahat ediyor.[lxvi][66]

Aşıkpaşazade’nin çizdiği bu tablo, yukarıdan beri sunduğumuz göçebe yapılanmasından tümüyle farklı bir durum arz etmektedir ki, bunu benimsemek olanaksızdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Anadolu Alevîleri, ne geçmişte ne de günümüzde Hacı Bektaş’ın böyle bir kardeşi olduğundan haberdar değildir. Üstelik, Menteş’ten söz eden tek kaynak Aşıkpaşazade’dir.

Tüm bunlara karşın, Menteş adlı birinin yaşamış olduğunu varsaysak bile, onu göçebe bir topluluğun dervişi olarak düşünmek zorundayız. Bu durumda, Menteş adlı bir obanın varlığını araştırmak ve bu obanın Alevî obalarla aynı coğrafyada bulunup bulunmadığını saptamak gerekiyor.

Gerçekten de, söz konusu ortamda Menteş adlı bir oba vardı. Menteş’in yurtlarından biri, Malatya’daki Tohma ırmağı yakınındaydı. Oba, burada Menteş Korusu, Menteş Pınarı, Menteş Köyü yerleşimlerine ad vermişti.[lxvii][67] Burası, Dede Garkın’ın zaviyesine çok yakındı. Ayrıca, Baba Resul olayının kahramanlarından Hacı Mihman’ın[lxviii][68] üyesi olduğu Mihmanlı topluluğu bu yörede barınıyordu.

Menteş obasının ilk yurdu ya da kışlağı ise Garbi Amid nahiyesindeki Menteş Viranı adlı yer olmalıdır. Dolaysıyla, Menteş obası, Bekdeş obasının bir bölümüyle aynı kışlaktadır.  1518 yılında, yani Osmanlı devletinin ilk tahririnde burasının viran olduğu görülmektedir ki, Menteş obasının burayı terk etmiş olduğu anlamındadır.[lxix][69]

Öte yandan, geçen yıl ortaya çıkarılan Garip Musa ocağına ait bir soy kütüğünde Mustafa Mendeş adına rastlanmaktadır.[lxx][70] ‘Mendeş obasından olan Mustafa’ anlamındaki bu ad, Alevî erenlerin ad yapılarına uymamakta, ancak, Akkoyunlu dönemindeki ad yapılarına uymaktadır.

Tüm bunlara karşın, Mendeş obasının Bekdeş obasıyla ilgisini yurt ortaklığı düzeyinden ileri taşıyacak bilgilere şimdilik ulaşabilmiş değiliz. Eğer, ‘Bekdeş obasının hacısı’ ile Mendeş obasının ereni kardeş ise, Bekdeş obası ile Mendeş obasının aynı oba olması ya da ‘birinin ötekini kapsayıcı’ topluluklar olması gerekir ki, yine şimdilik böyle bir durumu saptayacak verilerden yoksunuz. Örneğin, Bekdeş obasıyla Abdal Musa’nın ad aldığı Musu/Musa topluluğu arasında böyle bir kapsayıcılık ilgisi vardır.[lxxi][71] Dolaysıyla, Alevî anlatım geleneğindeki Hacı Bektaş ile Abdal Musa’nın emmidaşlığı tarihsel bir gerçektir. Ne var ki, aynı şeyi Mendeş obasının ereni ile Bekdeş obasının hacısı için söyleyemeyiz.  

Tüm bu bilgiler ışığında bu konuda söylenebilecek şey şudur: Aşıkpaşazade, Menteş’i içeren ad tamlamasının yalnızca Menteş bölümünü anımsamaktadır. Böyle bir eren yaşamış olabilir. Ancak, bu erenin, Hacı Bektaş’ın kardeşi olduğunu şimdilik söyleyemeyiz. Yine, Alevî anlatım geleneğinde bu adda bir erenin yer almadığını yinelemek zorundayız. Ayrıca, Hacı Bektaş gibi kurucu bir erenin kardeşinin Alevîlerce unutulmuş olmasını  kabullenmenin doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyoruz.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Hacı Bektaş, Bekdeş obasından olan hacı ya da Bektaş obasının hacısı anlamında bir addır. Daha açıkçası; Hacı Bektaş’tan söz edilirken, gerçekte Bektaş adlı birisinden değil, Bekdeş obasından olan hacıdan söz edilmektedir. Bekdeş, Bayındır boyunun obasıdır. Bekdeş obası, Mardin’in Kızıltepe yöresinde ve Diyarbakır’ın Bismil yöresinde kışlıyor ve Yama dağları ile Elbistan yöresinde yaylıyordu.  Sulucakarahöyük’e gelmeden önce, Hacı Bektaş, üyesi olduğu obayla bu yörelerde yaşıyordu. Hacı Bektaş’ın, Sulucakarahöyük’e geliş yolu, Mardin →Yama dağları → Elbistan → Sulucakarahöyük biçimindedir. 

Hacı Bektaş, yerleşik-göçebe bir topluluğun üyesidir. Onun tek başına ya da birkaç arkadaşıyla birlikte (örneğin; Kalenderi dervişler gibi) hareketinden söz edilemez. Tüm Alevî erenlerde olduğu gibi, örgütlü bir topluluğun içindeki hareketinden söz edilebilir. Arkadaşla hareketten, arkadaş obaların hareketi anlaşılmalıdır.



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol