SARI KIZ
Prof. Dr. Metin Karadağ
Sarıkız Efsanesi Varyantları ve Karşılaştırılması
Halk anlatılarının mistik yanı en güçlü olanlarından biri de efsanedir. Dinlik efsanelerdeki manevi etki çerçevesi daha ağırlıklı olmakla birlikte, diğer efsanelerde de -az ya da çok oranlarda- kutsal bir yön bulunmaktadır. Bu yönleriyle diğer halk edebiyatı ürünlerinden oldukça farklı bir yapıya sahip olduğunu gördüğümüz efsanenin, bireysel ve toplumsal işlevleri de değişik boyutlardadır. Çevreyi koruyan, ona kutsallık kazandıran; insanların inançlarına bağlı olarak sağaltıcı rolü olan efsane; yer adlarının, kimi doğa olaylarının kaynak ve açıklama unsuru da olmuştur. (Bkz. Bilge Seyidoğlu: Erzurum Efsaneleri. 1985: 330).
Çevre ve insanla özdeşleşen Anadolu efsanelerinin bu bağlamdaki en tipik örneklerinden biri de Edremit ilçesinin yakınlarında bulunan -türlü yıkımlara rağmen- hala eski görkeminden izler taşıyan, mitolojinin dekoru, efsane yatağı Kazdağı'ndaki Sarıkız efsanesidir. Değişik anlatmalarla eskiyi yeniye bağlayan; başlangıcı İstanbul'un fethine kadar inen bir süreçten gelenek, görenekleri günümüze taşıyan bu efsane, yıllara meydan okurcasına, halk arasında canlı bir biçimde yaşamaktadır. Sarıkız efsanesinin anlatılmasında ve efsaneyle ilgili törenlerin uygulanmasında bazı değişikliklere rastlanmakla birlikte, bir efsanenin insanları birleştirici rolü bakımından da çok dikkat çekici boyutları bulunmaktadır.
Yöre insanları, her ağustos ayının ortalarında, yıllardan beri şaşmayan bir titizlik ve bağlılıkla Kazdağı doruğunda medfun olduğuna inandıkları Sarıkız'ı ziyaret etmekte, onun adına dinsel törenler yapmakta, adak ziyafetleri sunmaktadır. Yöre köylülerinin gece yarısında başlayan Kazdağı tırmanışı, yediden yetmişe herkes için kutsal bir görev gibidir. Ziyaretin ihmali, yöre ya da insanlar için felaketler, hastalıklarla dolu bir yıl demektir. Sabahın ilk ışınlarıyla doruğun altlarına varan insanlar, yaktıkları ateşlerle -delikanlılar da silah atışlarıyla- gelişlerini Sarıkız'a duyurmak isterler. Çeşitli ibadetlerle doruktaki türbe ziyareti, akşama kadar sürdürülür. Türbe, taş-topraktan yapılmış basit duvarlarla çevrili bir avlunun ortasında iki-üç kişinin sığınabileceği üstü açık bir odacıktır. Çeşitli sorun ve beklentileri olan insanlar, türbenin çevresinde bulunan küçük taşları, birer dilek dileyerek yanlarında aşağı indirirler. Alınan taşların altında uğurböceği bulunması şarttır. Eğer dilek gerçekleşirse, ertesi yıl taş eski yerine bırakılacaktır. Ziyaret günü türbenin duvarları, yakılan hayır mumları ile doludur. Çocuğu olmayanlar beşik-bebek maketleri; hastalar da dertleriyle ilgili bir nesneyi duvarlara asarak gönüllerinin sevgilisi, yörenin kutsal kişisi Sarıkız'dan medet umar. Yörenin gençleri, doruğa vardıklarında da tüfeklerini ateşleyerek hep Sarıkız'ın yanında olduklarını, onu koruduklarını sembolize ederler.
Türbenin ziyaretinden sonra, ertesi gün Güre beldesinin yakınındaki Kavurmacı köyünde yöre halkının elbirliği ile hazırladığı keşkek, pilav ve şerbet, herkese ikram edilir.
Birkaç yıldan beri Güre belediyesinin başarılı düzenlemeleriyle Sarıkız törenlerine kültürel boyut da eklenmiş, yöreye gelen yazar-çizer ve sanatçılarla geniş kapsamlı kutlamalar gerçekleştirilmiştir.
Efsane Yöresi İnsanları ve Mekân
Çeşitli varyantlarını sunacağımız, Kazdağı'nı anlamlandıran, ona kutsal bir değer kazandıran Sarıkız efsanelerini yaratan, yaşatan yöre insanları "Çetni, Türkmen ve Yörük" sözcükleriyle adlandırılmaktadır. Bu insanların tümü için, Sarıkız ve Kazdağı kutsaldır. Başta Tahtakuşlar köyü özel Etnografya Müzesi'nin kurucu sahibi emekli öğretmen sayın Alibey Kudar olmak üzere, yöre insanlarından ve yazılı kaynaklardan aldığımız bilgilere dayanarak, onların temel özelliklerim şöyle sıralabiliyoruz:
Yörükler
Şimdilerde yerleşik düzene geçmiş olan Yörüklerin eskilerde göçebe oldukları bilinmektedir. Göçebelik yıllarında keçi kılından yapılmış çadırlarda yaşamış Yörüklerin göçerliği ile ilgili anlatma ilginçtir: Hz. Ali'nin ilahi gücünü sınama isteyenler, bir gün yemekte ona köpek ikram etmek isterler. Hz. Ali durumu sezinleyince; "Ayaklan ya köpek" der ve köpek canlanarak, kaçar. Hz. Ali de; "Ayağınızdan çarık eksik olmasın, dağlardan kurtulamayasınız" der ve o insanlar o gün bugün hayatlarını göçebe olarak sürdürürler.
Göçebelik yıllarında "dölük" (kısrak) yetiştirmiş olan Yörükler, daha sonra koyunculuk ve odunculukla geçinmişlerdir. Zamanın Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa tarafından zorunlu iskâna tabi tutulan Yörükler, şimdilerde çağın gerektirdiği işlerle uğraşmaktadır. Yöredeki başlıca Yörük köyleri; Beyoba, Uçurumoba, Ortaoba, İncirlioba, Yaşyer ve şimdi pek kimsenin oturmadığı Kavurmacılar'dır.
Çetniler
Hacı Bektaş tekkesine bağlılıklarıyla bilinirler. Diğer boylarla ilişkilerinin eskiden beri, çeşitli sebeplerle iyi olmadığı söylenir.
Türkmenler
Bunlar da Ahmet Vefik Paşa'nın valiliği sırasında göçerlikten yerleşik düzene geçmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u kuşatmasında kereste, ağaç işçiliği için yöreye getirildikleri anlatılmaktadır. Orman işçiliği yanı sıra zeytincilik ve inşaatçılık da diğer geçim kaynaklarıdır. Bazıları, deniz kıyısındaki arazilerini satarak oldukça zenginleşmişlerdir.
Bu Alevi Türkmenler, Erdebil Tekke'sinin Yanyatır Buyruğuna bağlıdırlar. 10 Muharrem'de yaptıkları aşure ve ikramı, mezar ziyaretleri, Hıdırellez gibi uygulama ve törenleri çok eski geleneklerin izlerini taşır. Evlenmeler sadece kendi toplulukları içinde gerçekleştiği için değişimden oldukça uzak kalmışlardır. Başlıca Türkmen köyleri; Yassıçalı, Doyran, Kavlaklar, Tahtakuşlar, Mehmetalan, Çamcı ve Hacıaslanlar'dır. İlk yerleşen Türkmen boylarının Sarıkız efsanesiyle karşılaşmaları sonucu veya dağın altındaki zengin madenlerinden kaynaklanan "kazmak" eyleminden Kazdağı adının geldiği ifade edilmektedir (Krş. Piyale ve Servisimin Cömert: "Edremit Körfezinde Değişik Köklerden Gelen Köylüler ve Sarıkız Efsanesi" Folklora Doğru Mart-Nisan 1973).
Bu topluluklar arasında halen canlı bir biçimde yaşatılmakta olan Sarıkız efsanesini, ulaşabildiğimiz sözlü ve yazılı kaynaklara dayanarak aktaracağız.
Efsanenin mekânı olan Kazdağı, Edremit Körfezini çevreleyen, bir uzantısıyla Eybek Dağı'na, diğeriyle Behramkale (Assos)'ye uzanan ve Edremit Ovasını kuzeydeki soğuk hava akımlarından koruyan doğal bir yapıya sahiptir. Eski Yunan mitolojisinde Kazdağı'nın adı olan "İda"lı anlamında olan "İdaia" sözcüğü, İda Dağı ile ilişkisi olan efsanelik iki kadının adıdır. "İdaios" ise yine dağımızla ilgili erkek kahramanlara verilen addır. Ayrıca İda Dağı Troya savaşlarında Helen ile Paris'in aşklarına ve Paris'in üç güzel arasında geçen çekişmeli -dünyanın ilk güzellik yarışmasına hakemlik ettiği- olaya dekor olmuştur. (Bkz. Azra Erhat: Mitoloji Sözlüğü. s. 164).
Efsanenin Varyantları
Varyant I
Kendi ifadesiyle ilk kez 1960 yılında yazıya geçirilen Tahtakuşlar Köyü Etnografya Müzesi kurucusu ve sahibi Alibey Kudar'ın Sarıkız anlatması genel çizgileriyle şöyle (Alibey Kudar: Balıkesir Karesi Tv, Belgesel Programı):
Körfez yöresinde yaşayan bir çoban, eşi ölünce kızıyla birlikte Güre köyüne gelir. Baba, koyun; kızı da kaz çobanlığı yaparak hayatlarını sürdürür. Baba, yaşlanınca Hacca gitmek ister, yola çıkmadan önce kızına, kendisinin dönüşünden sonra evlenebileceğini söyler. Ancak, babanın gidişinden sonra köyün gençleri, güzel kızın peşine düşer. Kız, babasının vasiyetini tutarak yıllarca kimsenin yüzüne bakmaz. Delikanlılar, çeşitli dedikodu ve iftiralarla kızı zor duruma sokmak ister. Kızın babası döndüğünde, halk tarafından, "kızı iffetini yitirdi" diye dışlanır, hakaretlere maruz kalır. Tek çare olarak, adama kızını öldürmesini tavsiye ederler. Bu iftiralara kanan baba, kızını öldürmeye karar verir, kızını yanma alarak dağa doğru yola çıkarlar. Durumu sezinleyen kızın yüzü sapsarıdır. Onları gören çocuklar, "Sarı kız, sarı kız..." diye alay ederler. Kızın adı kalır, Sarıkız. Sarıkız, çocukları susturamayınca: "Suyunuz soğuk, köyünüz koğuk olsun..." diye beddua eder. Baba, kızını şimdiki türbenin bulunduğu tepeye çıkarır; "İki rekât namaz kılayım da sonra kızımı öldüreyim" diye düşünür ve kızdan abdest suyu ister. Kızın verdiği su, tuzludur. Kız özür dileyerek babası acele ettiğinden suyu denizden aldığını söyler. Kızın verdiği son su tatlı olunca, baba kızın durumundan şüphelenir; Onun ermiş olduğunu anlar ve davranışından pişmanlık duyar. Kızı öldürmenin büyük günah olacağını düşünen baba, karşı tepelere doğru kaçar. O anda dağın üstünü kapkara bir bulut kaplar. Baba-kız bulutun içinde kaybolur. Neden sonra olay yerine gelen çobanlar, kızın bir tepede, babanın da 10 km uzakta başka bir tepede öldüklerini görürler. Onları gömer ve mezarlarını türbe haline getirirler. Yıllar sonra kitleler halinde yöreye gelen Türkmenler, dağda başı boş gezen kazları görüp, bu olayı da işitince; "Biz anayurdumuzda -Ortaasya'da- kazı kutsal sayardık. Neden bu dağı da kutsal saymayalım?" demişler ve o zamandan beri dağın adı Kazdağ olarak adlandırılmış. Babanın medfun olduğu tepeye de Babadağ adı verilmiş.
Başlangıcı yüzyıllar öncesine giden bu olayın anılması için yöre halkı her yıl ağustos ayının üçüncü haftasında çeşitli törenler yapmaktadır. Dağın bir başka bölümünde bulunan Düden Yaylası'ndaki Şah Taşları'nın da mucizevi özellikleri bulunmaktadır. Cumartesi günü Kazavlusu'na çadır kuran halk, o gün Sarıkızı; pazar günü Babadağ'ı, pazartesi de Şah Taşları'nı ziyaret eder. Anılan yörede bulunan Zemzem Pınarı, kötü kalplilere suyunu vermez, saklar. Kız Pınarı ise, evlenmek isteyen kızların umut kaynağıdır.
Varyant II
Sarıkız'ın babası Babakale'de denizcilere kötü havalarda ateş yakarak yol gösteren bir adamdır. Daha sonraları ise kızıyla birlikte Güre'ye gelirler. Kız son derece güzel ve alımlıdır. Bu yüzden köyün bütün delikanlıları, ona âşık olur. Ancak, bu kız beslemekte olduğu kazlardan başka hiçbir şeyle ilgilenmez. Sarıkız bir gün kazlarını otlatırken bir çobanla karşılaşır. Çoban, kızı görür görmez gönlüne aşk ateşi düşer. Sarıkız da bu aşka ilgisiz kalmaz. Bu aşkın köyde duyulmasıyla hemen kız hakkında asılsız dedikodular, iftiralar yaratılır. Bu söylentileri duyan baba namus ve haysiyetinin zedelendiğini düşünerek, çareyi kızını dağlara terk etmekte bulur. Kızının gömleğini hayvan kanına bulayarak köye dönen baba onu öldürdüğünü yayar. Aradan epey zaman geçince baba, kızının hasretiyle yanıp tutuşmaya başlamış ve acısını unutmak için Hacca gitmeye karar vermiş. Kabe'de tavaf ederken bir ara arkasına bakan baba Sarıkızı görür ve şaşırır kalır. Köyüne dönüp durumu herkese anlattıktan sonra, kızını aramak üzere dağa çıkar. Günlerce süren aramalardan sonra ana-baba kızlarını çimenler arasında bıraktıkları gibi gencecik ve eski güzelliğinde bulurlar. Bunlar birbirlerine sarılıp ağlaşırken aşağılardan ezan sesi gelir. Sarıkız babasına abdest suyu almak için elini Edremit Körfezi'nin gümüş sularına uzatır. Ama aldığı su tuzludur. Sarıkız telaşlanıp bu kez Güre'nin soğuk, bal suyundan alır. Babası bu mucizevi sudan abdest alıp namazını tamamladıktan sonra bakar ki, sevgili, aziz kızı orada ruhunu teslim etmiştir. Günlerce orada ağlayıp sızlayan ana-baba, Sarıkız'ın öldüğü yerde türbesini yaparlar. Sarıkız ve yedi kazının mezarı Kazdağı tepesinde, babanın mezarı da Babadağı'nda, kutsal karataşın yanındadır. Hakkında birçok destan olan bu efsane ile ilgili olarak söylenen en ünlü ağıt şudur:
Hey kurbanın olam Zülfikar Ali