YA HIZIR !
YA HIZIR !
Geldi geçti ömrüm benim
şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi
şol göz yumup açmış gibi
Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğid iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Bir hastaya vardın ise
Bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele
Hak şarabın içmiş gibi
Yunus Emre bu dünyada
İki kişi kalır derler
Meğer Hızır İlyas ola
Abı hayat içmiş gibi
Binbir adı vardır birisi Hızır, Nerede çağırsan orada Hazır..
Hızır bazı kaynaklarda el-Hadr, el-Hıdır olarak geçsede asıl doğrusu Hadır dır. Bu sözcük Türklerde Hızır veya nadiren Hıdır, İranlılarda ise Khezr şeklinde kullanılmaktadır. El-Hadır kelimesi arapçada el-Ahdar(yeşil) anlamına gelmektedir.
İslâm âlimlerinin bir kısmı Hızır'ı peygamber, bir kısmı ise Veli olarak kabul etmektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'in Kehf sûresinde geçen Salih adam kıssasından Hızır Aleyhisselam'ın anlaşıldığı ve onun Peygamber olduğu görüşü müfessirlerin bazılarının tercih ettiği bir görüştür (İbn Kesîr, Tefsir, V,179; el-Kehf,18/65). Ancak bazı âlimler tarafından da Nebî değil Velî olduğu görüşü ileri sürülmektedir (Tecridî Sarîh tercümesi, IX, 145). Nitekim Muhyiddîn-i Arabî Fütuhât-ı Mekkiye'sinde Hızır Aleyhisselâmın hayatta olduğuna dair bilgiler verir. İbnü Salâh ve Nevevî gibi bazı zâtlar da Hızır Aleyhisselâmın yaşadığı hakkında büyük âlimlerin görüş birliğinde olduklarını nakletmişler ve yeryüzünde hayat suyunun var olduğunu, ondan içenin kıyâmete kadar hayatta kalacağını, Hızır Aleyhisselâmın da ondan içtiğini haber vermişlerdir.
Bir kaç efsane: GILGAMIŞ:
Destanın kahramanı, Uruk Kralı Gılgamış, dörtte üçü tanrı, dörtte biri insan olan bir varlıktır. Gılgamış halk tarfından çok sevilir ama, kral aynı zamanda sert, güçlü ve mağrurdur. Halk bu öfkeli kralın burnu biraz sürtülsün düşüncesiyle tanrılardan yardım ister. Dualar boşa gitmez ve tanrıça Aruru, yarı vahşi bir yaratık olan Enkidu’yu yeryüzüne gönderir. Fakat Enkidu’nun kırlarda yaptığı kıyımlar Gılgamış’tan ziyade Uruk halkının başına bela olur. Gılgamış, Enkidu’yu yola getirmek için güzel bir fahişe yollar ve ehlileşmesini sağlar. Kadının peşinden kente gelen krallar gibi ağırlanır, güzel kokularla yıkanır, kentlilere özgün elbise giyer, oturup kalkma dersleri alır. Tanrı’nın isteğinin aksine Enkidu ve Gılgamış iyi arkadaş olurlar. Güçlerini sınamak için beraber yola koyulurlar. Kendilerini sınamak için, korkunç sesiyle bile insanları öldürebilen, Sedir ormanının korucusu dev Huvava’yı seçerler. Devin gürleyişi karşısında Enkidu korkudan dona kalır. Gılgamış etkilenmez ve devi öldürür. Bunu gören tanrıça İştar, Gılgamış’a aşık olur. Fakat Gılgamış, tanrıçaya fahişe gibi davranır, aşağılar ve reddeder. Tanrıçanın intikam almak için kente düzenlediği saldırıları iki arkadaş kahramanca bertaraf ederler.
Günün birinde Enkidu ölüme yenik düşer. Dostunu kaybeden Gılgamış kendi öleceği gerçeğiyle yüzyüze gelir. Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için ‘tufan’ı yaşamış ve ölümsüzlüğe ermiş olan Utnapiştim’i ziyaret eder. Utnapiştim, binbir zorlukla Mutlular adasındaki evine gelen Gılgamış’ı geri çeviremez ve ona tufanı anlatır. Tanrılar bir tufan ile insanları yok etme kararı alırlar. Ancak Utnapiştim, tanrı Ea’nın uyarısı üzerine ailesini, çeşitli sanat erbabını, hayvan ve bitki türlerini içine alacak yedi bölümden oluşan bir gemi inşa eder. Yedi gün, yedi sene süren ve yeryüzünün sularla kaplandığı tufan sonunda Utnapiştim’in gemisi Nisir dağının tepesinde karaya oturur. Utnapiştim, Gılgamış’tan, genç kalmanın sırrının,
denizin diplerinde bulunan bir bitkide olduğunu saklamaz. Kral sevinçle denizin diplerine doğru dalar ve otu bulur. Ancak Gılgamış’ın yorgunluktan uyukladığını gören bir yılan otu yutar. Destan yılanların her bahar deri değiştirmesini bu sebebe bağlar. Gılgamış deliye döner, Uruk’a tekrar döner ve Enkidu’nun ruhuyla bağlantı kurmaya çalışır. Ona ölümden sonraki hayata dair yönelttiği sorularla biraz olsun teselli bulurken bilgeliğin dünyanın nimetlerinden yararlanmak anlamına geldiğini kavrar ve destan sona erer. Not: Bu destan Nipur’da Asurbanipal’ın kütüphanesinde ve Eti’lerin başkenti Boğazköy’de bulunmuştur.
Hızır'ın Hıristiyan inancında ki ismi St. Georges'dir ya da Aya Yorgi. Bu isim halk arasında Aziz Corc olarakta bilinir. Hızır ile aynı kişi olduğuna inanılan St Georges, bazı velilerle de özdeşleştirilmiştir. St. Georges, Teselya'da torbalı sultan, Cafer baba, Mustafa baba ve Üsküp'te Karaca Ahmet Sultan ile özdeşleşmiştir. (A.Yaşar Ocak)
Hindistan’da Hızır hep bir balığa binmiş olarak tasvir edilmektedir. Hızır-İlyas makamları deniz, Irmak, göl ve su kaynak kenarlarında yer almaktadır.
Hızır'ın Musa peygamber ile buluştuğu söylenen yer hakkında ileri sürülen varsayımlardan bazıları şunlardır:
1- Karadeniz ve Hazar Denizi arası (Azerbaycan).
2- Ermenistan’da Kur ve Res (Aras) nehirleri arası.
3- Akdeniz'le Kızıldeniz arası.
4- Ürdün ile Kuzlum nehirleri arası.
5- Antakya.
6- Eyle.
7- Atlas Okyanusu kıyısındaki Endülüs'te bir şehir.
8- Afrika'da Tunca şehri.
Suriye sahillerinde Hızır gemicilerin koruyucusu kabul edilmektedir. Hatay’da 14 Temmuz’da Aleviler Hızır’a dua ederek denizde yıkanmaktadırlar..
Hacı Bektaşi Velâyet namesinde, Hızır’ın batmakta olan gemileri kurtardığını anlatan menkıbeleri yer almıştır. Aslında sadece peygamberlere bile lütfedilmemiş ölümsüzlük mertebesine sahip olması bile, Hızır'ın inanışlardaki kudretine dair bir ipucudur.
Hızır ve İlyas isimlerinin halk ağzında aldığı şekilden ibaret olan Hıdrellez, kökü İslâm öncesi Orta Asya, Orta Doğu ve Anadolu yaz bayramlarına dayanan, Hızır yahut, Hızır ve İlyas kavramları etrafında dinî bir muhtevaya bürünmüş halk bayramının adıdır. Bu bayram, merkezini özellikle Anadolu ve Balkanların, Kırım, Irak ve Suriye'nin teşkil ettiği Batı Türkleri arasında, 6 Mayıs günü kutlanmaktadır.
Hızır inancını tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan başlayarak Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle ilgili bazı tanrılar adına çeşitli tören ve ayinlerin düzenlendiği saptanmıştır. Tarihi, halk geleneklerini biraz kurcalayınca Hızır’ı bir “Asyalı boz atlı yol tengrisi” olarak bulmamız da hiç yadırgatıcı değildir. Uzun kış mevsimlerinden sonra toprağın ısınmasının, yeşermesinin tam gününün saptanması ve hep o günlerde bayram yapılması doğaldır.
Her din kendinden önceki kutsal günleri unutturmaya çalışır. Bunu başaramaz ise kendi kapsamına alır. Hristiyanlığın kabulünden sonra da, bahar bayramı unutturulmaya çalışılmış. Ne var ki halk öteki putperest bayramlarını unutmuş, ama içgüdüsel bir korkuyla, kışın bitişini bildiren bu bayramı bırakamamış. Sonunda bu bayram nihayet Hristiyanlık tarafından da resmi bayram olarak tanınmış.
Hızır kültü Hiristiyanlık'tan da Müslümanlık'tan ve hatta tüm tek tanrıcı dinlerden de çok eskidir ve onlar tarafından benimsenecek kadar etkili ve köklüdür. Bilindiği gibi "dört büyük hak dini" ve öteki Ortadoğu kaynaklı dinlerin tümü ağırlıklı olarak eski Sümer ve Eti inançlarına dayanmaktadır. Hızır kültü, bu müşterek ve süregen yanın en özlü, en çıkarsız, en samimi ve en doğal temsilcisidir.
Hızır, bugün oldukça geniş bir coğrafyada dara düşenlerin, ezilenlerin, karda tipiye tutulanların, denizde boğulmak üzere olanların, işkence görenlerin, hastaların, fakirlerin,
“yetiş imdadıma ya Hızır” diyerek çağırdıkları ortak bir isimdir. Ölümsüz olduğuna inanılır.
Anadolu’nun birçok bölgesinde “Hıdırlık” denilen mesire yerleri mevcuttur. (Hıdır sözü, Hızır sözcüğünün aynıdır. Ayrılır eski harflerle d/z yazılımının aynı oluşunda) Bu bölgelerde mezarlık, yatır vb. gibi çevre halkınca kutsal sayılan adak adanan yerler de görülmektedir.
Kaynaklara göre Adıyaman’da Karadağ eteklerindeki Nakıplar Havuzu, Afyonkarahisar’da Hıdırlık, Beşparmak-altı, Taşpınar, Çorum’da Hıdırlık, Amasya’da Pirler Parkı, Priştine çevresinde Karabaş Baba türbesi, Kuruşaya, Prizren bağlarındaki Toçilla çeşmesi, Dobruca’da Murfatlar, Azaplar Ovası, Tatlıcak Köprüsü, Acemler Bayırı Hıdrellez törenlerinin yapıldığı yerlerdir.
Hıdrellez gecesi, Hızır’ın yeryüzünde gezindiği ve dokunduğu yerlere bereket saçacağına inanıldığından, kuru baklagiller bir torba içinde bahçede ağaçlara asılır. Hıdır Baba’nın kamçısıyla bunlara dokunması ve bereket getirmesi dileği tutulur. Evlerin kapı ve pencereleri, cüzdan ve para keselerinin ağızları kapatılmaz yiyecek içecek kaplarının, zahire anbarlarının kapakları açık bırakılırmış...
Buna benzer biçimde ev, araba, çocuk ziynet eşyası resimleri de yapılarak bahçeye muhtelif yerlere asılır. (Benzer bir uygulama Rum kiliselerinde vardır.) Evde kalma tehlikesiyle karşı karşıya genç kızların başları üzerinde Hıdrellez günü kullanılmamış kilit açılır, açların doyurulması, dargınların barıştırılması, üzüntülü olanların sevindirilmesine çalışılır. Hıdrellez sabahı erken kalkmak, temiz ve varsa yeni giyinmek, kadınların el ve ayaklarına kına yakması, toplu olarak ailece yemek yenilmesi, kabir ziyareti yapılması nişanlı çiftler arasında karşılıklı hediyeler gönderilmesi gerekli ve uğurlu sayılır.
Hıdrellez’de, yapılması uygun olmayan davranışlar halk bilimcilere göre şöyle özetlenebilir: Evler ilaçlanmaz, kısmeti süpürülür inancıyla bazı bölgelerde evler süpürülmez, çamaşır yıkanmaz, un elenmez, ekmek yapılmaz. Yeşil ot, dal koparılmaz, çiçek toplanmaz. Bağ ve bahçelerde, tarlada çalışılmaz. Akşama kadar un kabına, hamur tahtasına el sürülmez. Eve kuru çalı-çırpı götürülmez. Ayrıca içki içilmez, kumar oynanmaz.
Dersim'de Hızır Ayı, 13 Ocak'ta başlar 12 Şubat'ta sona erer. Bir ay boyunca bölgede cemler tutulur, 3 günlük oruçlar niyaz edilir, kurbanlar kesilir, lokmalar dağıtılır ve özel şenlikler yapılır. Kışın en şiddetli geçtiği dönemde yer alan Roze Xızıri (Hızır Urucu) etkinliklerini Dersim'de yaşayanlar büyük bir özlemle anımsatırlar. Çünkü kültürel ve inançsal boyutları içiçe bulunan bir etkinliktir ve Dersimlide böyle çok yönlü hazlar uyandırmaktadır. O yüzden her yaşta ve cinsten insanların özlemle beklediği bir aydır. Çocuklar "xeylas" toplarlar, genç kızlar ve erkekler bahtını sınarlar, yoksullar ve zorda olanlar selamete erişmeyi dilerler. Yaşlılar, cem, kurban ve niyazla topluca ibadet eder, daha çok ilahi tatmin ve huzur bulurlar.Dersim’de oruç, niyaz, kurban törenleri ve rutueller, Hızır'ın gezişine atfedildiği anlaşılan bir plan dahilinde her haftanın Çarşamba günü bir yörede finale ulaşmaktadır.
Dersim'deki Hızır algılama ve inancı Hintliler'in aksakallı, yeşil urbalı Hâce Hızır kutsal devrişı ile nerdeyse tamamen aynıdır. Dersim'e halk arasında "Hardo Dewres" denir.(derviş toprağı) Dersimliler ise Hızır'ın kendi dillerinden konuştuğunu ve bu dile aynı zamanda "Zone ma zone Hızıriyo,(Bizim dilimiz Hızırın Dilidir)" dendiğini belirtirler.
O yüzden ilginçtir, diğer alevi cemlerinden farklı olarak Dersim'de Hızır yakarış, dua ve cemleri genellikle Kırmançki ile yapılır.
Tasavvufta Hz. Hızır:
Tasavvufçulara göre Hz. Musa zahir ilmini, Hz. Hızır da Batın ilmini (Hakikat) temsil eder. Dört kapının son halkası hakikattir. Hz. Hızır Tanrı tarafından sunulup, kalbe yerleştirilen Ledün İlmini Hz. Musa’ya vermekle ona mürşitlik etmiştir. Ledün İlmi: Tanrısal gizleri ve gerçekleri kavramaya çalıştığı bilgidir. Hızır’ın temel özelliği, Abı Hayat’ı (Bengi su) içerek ölmezlik mertebesine ulaşmasında yatar.
İnsanoğlunun ölüm karşısındaki çaresizliğinin ve arayışının bir sembolü olan Hızır, orta doğu mitolojisinin temel unsurlarından biridir. İnanç alanında oluşturduğu bu olgu halk arasında çok canlı ve güçlü tutulmakta. Kendisine tanrı tarafından batın bilgisi (Ledün ilmi, Hakikat ilmi, gerçek ilim) verilerek Hz. Musa’yı eğitmekle görevlendirilmiş, Tasavvuf ehli tarafından “gerçek bilgiye” sahip olmuş “Yetkin insanın (insan-ı kamilin) simgesi sayılmıştır. Halk arasında ise dar zamanlarda imdada yetiştiğine inanılan bir peygamber, eren olarak kabul edilmiştir.
Hz. Musa, peygamber olmasına rağmen, tanrı dostu olan bir kul olan Hızır’ın bildiklerini bilmiyordu. Burada ilmi sınırsız olduğu, bilinmeyen çok şeyin varlığı ispatlanıyor.
Bütün bu anlatımlar, şunu kesin olarak ortaya koymaktadır: Hızır Aleyisselam, mevcut Dört Kitap dinlerinden çok eskidir ve Sümerler'in eski derya ve yer tanrıları ikilemiyle, hatta Sümerler'den önceki aynı inanç öğeleriyle ilişkilidir. Hızır, bütün inanç çağlarını, insanlığın inanç evrelerini kendi özetinde sunan bir simgedir. Tufan'da o var, Gılgameş'in esrarengiz sularında, dağlarında ve ormanlarında o var. Ahura Mazda'da "Kutsal Beyaz Ruh"tur O;
Supaniler'in "gökleri izleyen" tanrısı "Haldi"dir, "gökteki kutsal ruhu" Homa'dır. "Şimşeklere binen hız tanrısı" Teişeba'dır. Hurriler'in "fırtına tanrısı" Teşup'tur. Ademin oğlu Al Hazir veya Kabil ve El Yasa'dan olma Ademin torunudur, Musa peygamberin imrendiği "Bilge Kul"dur, İran'da Ab-ı Hayat içen Behrûz'dur, Hıristiyanların ton ton Nikolaus'udur, Hz.Muhammet ile Hz. Ali'ye dua öğreten tanrısal ruhtur... Ve en nihayet O "Bozatlı Hızır" ve "Şah-ı Merdan Ali"dir.. İyilik, doğruluk, dürüstlük ve bilgelik gibi yüksek ahlak ve erdem simgesidir. Yani O her dönemde bu doğrultuda yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Çünkü O "Ab-ı Hayat"içerek ölümsüzleşen tek kutsal ruhtur. Aynı zamanda bütün bu dönemler boyunca O'nu herkes gördü, ama hiç kimse de gördüğünden kesin olarak emin değildi! Çünkü o sırdır, ama "her yerde hazır ve nazırdır". Aramıza "tanrı misafiri", yol arkadaşı, yoldaşı, olarak karışır.
XVI. yüz yıl halk şairlerinden Bahsi’nin bir destanında yer alan, bir dörtlüğünde şöyle der:
Zulmet deryasını nur edip gelen
Hızır- İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir
Garibin mazlumun halini bilen
Hızır-İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir
Şah Hatayı de Şöyle der;
Azattır fenadan geçen
Ab-ı Hayattan su içen
Zulmetin(iyiliğin) kapısını açan
Hızır sıfat Veli gerek
Hatayi sözünün manisi verdi
Yar ile ettiği ahdinde durdu
Cebrail Musa’y, Hızır’a var dedi
Mürşid-i Kamile varmadan olmaz
Muhyi’d -Din Abdal’da şöyle der;
Hızır’ın suyu benem
Ab-ı Hayat bendedir
Kevser’den içer geçsin
Kadr-ü Berat bendedir
Uşten ile cân benem
Delil-ü burhan benem
Bu cümle Kur’an benem
Sevm-ü salat bende dir.
Bektaşilikte 12 posttan mihmandar postunun Hızır'ı temsil ettiği anlatılır. Misafir için Aleviler Ali derler. bunu da "mihman Ali'dir" sözüyle dile getirirler. Arap alevilerinde de misafir çok değerlidir ve misafire Ali gözüyle bakılır. Buradan da anlaşıldığı gibi Alevi-Bektaşi inancında Ali ile Hızır özdeşleşmiştir. Alevi inancında Mürşitlerin tıpkı Hızır gibi, müritlerin her müşkülünü halledecek ve onları yanlış yollara gitmekten alıkoyacak vasıfta olması gerekir.
Hıdrellez yüzyıllardır bir bahar bayramıdır ama, çağımızda “insanlığın ebedi baharı için savaşanların günü”dür. Gelecek günlerin bugünden güzel olacağına inanan herkes için...
BOZ ATLI HIZIR HEPİMİZİN YOLDAŞI OLSUN.
MUSA KAZIM ENGİN