HAYDAR HAYDAR
HAYDAR HAYDAR
Ali Ekber Çiçek Hakk'a yürüdü...
"Ölürse tenler ölür , Canlar ölesi değil" dizelerini Ali Ekber Usta'dan daha fazla haklı çıkarabilecek çok az insan vardır şu koca Dünya'da...
Acep var mıdır? "bitmeyen bir senfoni" yazan , besteleyen başka bir ozan yüreği...3.5 yıl uğreştığı "Haydar Haydar"ını bir Amerikalı dinlemeseydi belki de gün yüzüne çıkaramayacaktı koca "Usta"! Muhafazakarlığın ve tutuculuğun sanata ve kurumlarımıza yansıdığı, etki altına aldığı yıllarda "O" bir senfoni bestelemişti, bundan 35 yıl önce...Kimselere dinletememişti ya Hocaların hocası Nida Tüfekçi bir kez dinlemişti Haydar'ı . Ama yine de o zamanın TRT'sinde henüz çalınabilecek özellikte görmemişti bu besteyi !
Belki de acaba "üstlerim ne der" kaygısı taşımıştı Nida hoca! Taa ki bir Amerikalı müzik profesörü Anadolu halk müziğini ve folklorunu araştırmak için gelip, İstanbul Radyosunda kendisiyle konuştuğunda hemen radyonun "Ali Baba'sını tanıştırıncaya dek ! Buradan da anlaşılıyor ki Nida Tüfekçi'de "Ali Baba'yı ve O'nun "Haydar Haydar'ını " çok seviyor ve bir şekilde tanınmasını istiyordu. Bu kalıplar kıracak çıkış yolunu da dışarıdaki müzik otoritelerinin daha kolay sağlayabileceğini düşündüğünden hemen Amerikalı akademisyene "Haydar Haydar'ı dinletip, bir de stüdyo kaydını veriyor.
İşte bu Amerikalı müzik akademisyeni ile birlikte Ali Ekber Çiçek Atlantik ötesi bir üne kavuşuyor, hem de haklı bir üne kavuşuyordu. Amerikalı akademisyen önce "Haydar Haydar'ı müzik otoritelerine dinletiyor , ardından yine bu akademisyenlere bir konser vermek üzere Ali Ekber Çiçek'i Amerika'ya çağırıyordu. İlk defa bir Anadolu ozanı Amerika'da böylesi üst düzey bir otoritenin önünde konser veriyordu. Konser sonunda tüm akademisyenler Ali Baba'yı ayakta alkışlıyorlar ve bu duruma Ali Ekber Çiçek açıkçası çok şaşırıyordu. Ardından Amerika'da dört üniversitede daha konserler verdi.
Daha sonrada "Amerika'da altın plak alan ilk Türk ozanı" unvanını aldı.
Artık Ali Baba Amerika'da kendi ülkesinden daha fazla prestij sahibiydi desek abartmış olmayız. Çünkü "Haydar Haydar'a bütün otoriteler "SENFONİ" demişlerdi ve Amerika'da önce bir , sonra da dört üniversitede ders olarak okutulmaya başlanmıştı, halen de bir çok Dünya üniversitelerinde ders olarak okutulmaktadır.
Artık Türkiye’nin de bir Mozart'ı, Bach'ı, Bethowen'i vardı. Üstelik bu hakkı Halk Müziğinin , Alevi-Bektaşi müziğinin en anlamlı sözlerinden oluşan bir eserle almıştı. Ama hala kendi ülkesinde hak ettiği değer verilmiyordu.Çünkü Ali Baba ilkelerinden, inancından asla taviz vermiyordu.
Ya Alevi-Bektaşi kimliği ile kabul edeceklerdi ya da başkalarının istediği biçimde biri olmayacaktı. Çocukluğumdan beri tanıdığım ve hayran olduğum "Koca Usta" bir sohbetimizde bana " Baba Kazım dedi; (Yöremizde dede olanlara sohbet sırasında bu tabir de kullanılır.) Herkes üç saat bağlama çalışır ben beş saat çalışırdım. Onlar beş saat çalışır , ben sekiz saate çıkarırdım. Böylece kendime özgü bir teknik ve altyapı oluşturabildim, hem kimliğimden, kişiliğimden asla taviz vermedim hem de başarılı olabildim" derdi.
Ali Ekber Çiçek; Aşık Veysel'in dediği gibi "Tabiri sığmaz kaleme" türünden bir Ozandır.
Uçsuz bucaksız bir deryayı anlatmak öyle kolay mıdır, bilip te anlattıklarımız , bilemediklerimiz ve de dolayısı ile anlatamadıklarımızın yanında deryada ancak bir katredir.
"Haydar Haydar" eseri, Alevi-Bektaşi inanç ve felsefesinin anlatımına derinlik kazandıran bir örnektir.
Anımsayalım.
"ON DÖRT BİN YIL GEZDİM PERVANELİKTE"
Sadece bu satır bile Alevi-Bektaşi inancının ve felsefesinin bin yıl ile ifade edilemeyeceğinin , "ON DÖRT BİN YIL"lık bir geçmişin olduğunu ve bu geçmişin "PERVANELİK" yani Sema'da ve Evrenin derinliğindeki sırlarda olduğunu ne de güzel anlatır.
SITKI İSMİN BULDUM DİVANELİKTE,
İÇTİM ŞARABINI MESTANELİKTE ,
KIRKLARIN CEMİNDE DAR'A DÜŞ OLDUM.
Bu dizelerde de Kırkların Cemi'nin On dört bin yıl öncesinde Pervanelikte yani Sema’da dönüldüğü anlatılıyor. Demek ki bin dört yüz yıl öncesinden başlamamış, On dört bin yıl öncesinden Kırklar Cemi devam ede gelmiştir.
GÜRUH-U NACİYE ÖZÜMÜ KATTIM,
İNSAN SIFATINDA ÇOK GELDİM GİTTİM,
BÜLBÜL OLDUM FİRDEVS DALINDA ÖTTÜM,
BİR ZAMAN GÜL İÇİN ZARA DÜŞ OLDUM.
Bu dizeler de bizi on binlerce yıl ötesine götürmekte ve Alevi-Bektaşi düşünce zenginliğine ve derinliğine çekmektedir.
İşte 35 yıl önce bunları söyleyen ve besteleyen Ali Ekber Çiçek dört yüzden fazla eseri derlemiş ve bestelemiştir. TRT repertuarına kattığı ve ölümsüzleştirdiği eserler yüzlerce sanatçı tarafından okunmuştur.
Bütün bunlara rağmen hak ettiği kadar rahat bir yaşantısı olamamış, rahatsızlığına rağmen konserlere gitmek durumunda kalmıştır. Ama belki de çok az bir insana nasip olacak şekilde sahiplendiği, yetiştirdiği, emek verdiği insanlar sağlığında O'nun için güzel bir gece düzenleyip onurlandırmışlardır. Alevi-Bektaşi Federasyonları ve kuruluşları Ali Baba'yı başta "Bin Yılın Türküsü" gibi önemli organizasyonlarda baş tacı etmiş, hak ettiği şekilde onurlandırmışlardır. Büyük usta ardında ÖKSÜZ bıraktığı türküleri ile sonsuzluğa göçmüştür. Ama tarih mutlaka Anadolu'dan bir ALİ EKBER ÇİÇEK geçti diye yazacaktır, hatta yazmaktadır.
Alevi-Bektaşi müziğinde çığır açan, nefesleri, Düvaz-ı İmamları, deyişleri bizlere kazandıran ve ölümsüzleştiren bu büyük ustaya Uğurlar olsun diyorum, Canı Canımıza yoldaş olsun diyorum, Bedeni gerçeğe ulaşsın diyorum. Gerçeğin demine devranına Hü diyelim Ali Ekber Çiçek için. Gerçeklerin demi Nur’dan sayılır !
O ER OLDU, ERLERLE YAŞADI, ERENLERE KARIŞTI.
YATTIĞI YER IŞIK OLSUN , IŞIĞIYLA YOL ERENLERİNİ AYDINLATSIN...
Musa Kazim ENGİN