YOL VE ERKAN
ALEVİLİK KIZILBAŞLIK SİTESİ

SARI SALTUK-4

Sarı Saltuk


Sarı Saltuk'un kanı ballı olmasa da İslamiyetin Balkanlara yayılarak çeşitli kimliklerin oluşmasında önemli bir rol üstlenmesinden dolayı Balkan tarihinde kalın izler bırakmıştır.


SARI SALTUK ( 1198-1280)

13. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Sarı Saltık asıl adı Şerif Hızır’dır. Evliya Çelebiye göre ise Sarı Saltuk’un asıl adı Muhammet Buhari’ dir. Şerif Hızır Saltuk adını büyük dedesi Ebul Kasım Saltuk’tan aldı. Erzurum Saltuk Beyi, Melih Şah Saltuk’un oğludur. Saltukname’ye göre ise Dedesi Seyit Hüseyin’dir.

II. Ruknettin Süleyman Şah tarafından babası öldürülünce, amcası Seyit İsmail Şerif ailenin kalan fertleri ile birlikte Mecingeret Sancağına (Mazgirt), daha sonrada Ovacık-Haçeli köyüne yerleşir. Burada bir süre kaldıktan sonra; bugünkü Hozat ilçesinin Ağveren köyüne yerleşir. Şerif Hızır, İlköğrenimi Çemişkezek’te yaptı. Daha sonra Kemah Beyi’nin oğlu Muzaffereddin Muhammet ile birlikte bu günkü Kazakistan’a(Türkistan’a) gitti. Hoca Ahmet Yesevi Merde-sesin de Lokman Parende’nin öğrencisi oldu. Muzaffereddin Mu-hammed, Ağu İçen, Doğan Ata, Hasan Gazi ve Hacı Bektaş gibi alimlerden dini eğitim aldı. Bu dergahta iken Ağu içen ile ikrarlaşarak birbirlerine mürşit oldular.

Moğol İmparatoru Cengiz Han, Kazakistan, Türkmenistan ve Horasan bölgelerini ele geçirmesinden sonra, Nişabur Dergâhı’nın Piri olan Seyit İlyas ve Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş ile birlikte Azerbaycan’a oradan da bugünkü İran’a bağlı- Hoy kentin deki Seyit Haydar Gazinin yanına gelir.(Abdal Musa’nın Dedesi) Oradan Muzaffer Muhammed ile birlikte Dersim’e döndü. Sarı Saltık gördüğü düş üzerine Seyit Battal Gazi’nin ve Hz. Hamza’nın silahlarına sahip olur.

Sarı Saltuk döneminde alim, bilgeliği ile ermiş ve evliya mertebesine ulaşmıştır. Saltukname’ye göre Sarı Saltuk, Dersimden Hacı Bektaş-ı Veli’nin Dergahına uğrar, Hacı Bektaş-ı Veli ona “Seni Rumeli’ye fetih etmeye görevlendiriyorum. Taptuk Emre’ye git, “seni silah-landırsın, yanına yoldaşlar versin” der. Bunun üzerine Sarı Saltuk, Taptuk Emre’nin yanına gider, kendisine ok, yay verilir ve tahta kılıç ile kuşandırılır. Evliya Çelebiye göre ise, Sarı Saltuk’a Tahta kılıç kuşatan 700 kişiyle Anadolu’ya gönderen Hoca Ahmet Yesevi dir. Yine Saltuk nameye göre Hacı Bektaş-ı, Veli Doğan Ata, Mahmut Hayrani ve Sarı Saltuk’la birlikte toplantı yaparlar. Seyit Mahmut Hayrani ona, “Car-yar” adında giysi giydirir, kılıç kuşandırır. “Var yürü gazada ol, sana fatih andandur” diyerek Sarı Saltuk daha sonra Anadolu’ya geçer, Amasya, Sinop taraflarına sefere gönderir. Şah-maran ülkesine gider, Firengistan’a sefere çıkar, Magrip’te Çin ülkesine ve Avrupa içlerine akınlar yapar. (1240 yılında Baba İshak’ın ayaklanmasında Anadolu Selçuklu devletine karşı yer alır. Selçuklu Devletine karşı yapılan savaşta Baba İshak ve Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş şehit düşerler. Burada Daha sonra, Sarı Saltuk, Karaca Ahmet, Muzaffereddin Muhammed, Ağu içen, Doğan Ata, Hünkâr Hacı Bektaş gibi erenler Dersim dağlarına sığınıp bir sü-re kalırlar. Rivayete göre, Munzur sıra dağlarında yer alan Kırklar dağında toplanıp, cem bağlamış, semah dönmüşlerdir. Hacı Bektaş-ı Veli’yi Baş Pirli’ğe seçmişlerdir.

Evliya Çelebi’nin, tespit ettiği Sarı Saltık Menkıbesine göre; ismi Mehmet Buhari olup, Sarı Saltık adıyla da anılan meşhur Hoca Ah-met Yesevi (1166-67)’nin müritlerin den ve Hacı Bektaş’ın (1337) yaranında bulunan bir derviş, Osmanlı Sultanı Orhan Bey’in (1326-1360) sarayına gelmiş ve Bursa’nın fethinden sonra önce İznik’e oradan da Üsküdar’a, İstanbul Boğ,zını geçerek Gazi Erenler ve On iki bin hane(Çepniler) ile birlikte Doğu Bulgaristan- Deli Orman bölgesine yerleşmişlerdir. Kimi rivayetlere göre; Yetmiş müridiyle birlikte Avrupa tarafına gönderilmiştir. Bir iddia’ya göre de Mısır, Habeşistan’a, Hindistan’a seferler yapar, Rumeli de Müslümanlara eziyet eden Hıristiyanlara engel olmak için Küfe’de asker toplar, gemilerle Karadeniz’e açılır, karaya çıkarak Edirne, Üsküp, Do-bruca gibi kentleri fetih eder. Oradaki Hıristiyan beylerini ceza-landırır. Ve Bu yol gösterme (İRŞAD) gezisinde Sarı Saltık Kırım’ı, Moskovya ve Lehistan’ı ziyaret etmiş ve Dançg’da patrik “SOYTİ NİKOLA’yı öldürerek, elbisesini alarak bu kisve altında bir çok Hıristiyan’ı Müslüman yapmıştır. Dobruca ülkesini, özellikle Kralın kızını bir ejderden kurtarmıştır.

Bu keramet sahtekarlıkla bir Hıristiyan keşiş tarafından iddia edilmiş fakat Sarı Saktık bunun için yapılan bir ateş denemesinde de galip ve haklı çıkmış, bunun üzerine Dobruca kralı İslamiyet’e girmiştir. Ölmeden önce aziz Sarı Saltık cesedin yedi tabuta konulmasına emiştir. Sarı Saltık ölmeden önce yedi ülke kralını ona sahip olmak için bir biriyle mücadeleye gireceklerini söylemiştir. Bir rivayete göre; sonunda içtiği zehirli bir su ve bir fedai’nin hançerlemesiyle vefat eder.

Yine Saltuk nameye göre, Sarı Saltuk vefat ettiği zaman kendisine muhip yar olan herkes kendi memleketine götürüp def etmek ister, Sarı Saltuk bu durumu bildiği için muhiplerine “benim üzerimde çekişmeyin. Herkes bir tabut yaptırsın bırakıp gitsin, ben her tabutta bulunurum, der. Muhipler, birer tabut alıp gittiler. Gerçekte kim kendi tabutunun kapağını açıp baktı ise Sarı Saltuk’un kendi memleketine götürdü, Saltuknameye göre,12 tabut, Evliya Çelebiye göre 7 tabut olduğu belirtilmektedir.

Bu yedi ülke olarak şunlardan kaydedilmektedir.

1-Moskova:Burada aziz söyfinikola (Aya Nikola) adıyla büyük itibar görmektedir.

2- Lehistan:Buradaki Dançığ’da bulunan mezarı büyük kalabalıkla ziyaret edilmektedir.

3-Bohemya: Burada Pazonya ‘da bir tabutu gösterilmektedir.

4- İsveç: Burada Bivanya’da mezarı bulunmaktadır.

5- Edirne:Burada Babaeski de bir mezarı vardır.

6- Moldovya (Boğdan): Burada Baba dağında bir mezarı gösterilmektedir.

7- Bulgaristan-Dobruca: Yedincimezarı bulunmaktadır. Kölyakra tekkesi’de burada bulunur.

Bu on iki yer şöyle belirtilmektedir;

Bunu içindir ki yurdun bir çok yerinde,

1-Tunceli-Hozat, (Dersim)

2-Afyon-Bor Merkez,

3-Romanya- Babadağ,

4-İznik- Merkez,

5-Edirne-Babaeski,

6-İstanbul-Rumeli feneri,

7-Kosova-İpek,

8-Kosova-Prizrent,

9-Makedonya-Ohri

10-Bulgaristan-Varna-Kaligra,(Karadeniz kıyısındaki Karaosman)

11-Arnavutluk-Kruya,

12-Mostar-Balagay Sarı Saltuk’un türbesi vardır.



Sarı Saltuk bazı kaynaklara göre ise, 1280 ‘de DERSİM-Hozat ilçesinin bu gün kendi adıyla anılan Sarı Saltuk dağ’ında yayla da iken vefat etti. Türbesi Sarı Saltık dağ’ın eteğindedir. SARI Saltuğ’un emanetleri (terlik, On iki imam tası gibi), Hozat-Karaca köyü Seyit Kasım Dede’nin evindedir. Halk burayı kutsal kabul ederek, ağız, göz ve felçli hastaların şifa bulacaklarına inanılır, ocak ziyaret edilerek kurbanlar kesilerek şifa dilenir. Halk arasında şifalı yer olarak bilinir.

Yazan: Ali KAYA



KAYNAKLAR

Ahmed, Cevdet; Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefâ, Haz. M.İz, Ank. 1973

Belâzurî; Futuhu'l Buldan, Çev. M.Fayda, Ank. 1988

Berki, A.H.- Keskioğlu, O.; Hazreti Muhammed ve Hayatı, Ank. 1986.

Fayda, M.; islâmiyet'in Güney Arabistan'a Yayılışı, Ank. 1982

Fazlurrahman; İslâm, Çev. M.Dağ - M.Aydın, ist. 1981.

Fığlalı, E.R.; "Haricîliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler". AÜİFD, XX,

S.219-248. Hamidullah, M.; İslâm Peygamberi, Çev.M.S.Mutlu, İst. 1972.

-Rusulullah Muhammed, Çev.S.Tuğ, İst. 1973

-Hz. Muhammed'in Savaşları, İst. 1981.

Hasan, î.; İslâm Tarihi, I, Çev. Heyet, İst. 1985

Hitti, Ph.; Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, Çev.S.Tuğ, İst. 1982

Koksal, M.A.; İslâm Tarihi (Mekke Devri), İst. 1981.

Lıngs, M.; İlk Zafer Yıllarında İslâm, Çev. N.Uzel, İst. 1983.

Mahmut, S.F.; İslâm Tarihi, Çev. A.Kevenoğlu - A.Sümer, İst. 1973

Mıquel, A.; İslâm ve Medeniyeti, I.Haz. A.Fidan, Çev. A.Fidan - H.Menteş,

Ank. 1991 Taberi; Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Çev. Z.K.Ugan - A.Temir, Ank., 1955.

VVellhausenj; -İslâm'ın En Eski Tarihine Giriş, Çev. F.Işıltan, İst. 1966. -Arap Devleti ve Sükûtu, Çev. F.Işıltan, İst. 1963.

Barthold, W.; Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Çev. K. Y.

Kopraman-A.İ. Aka, Ank-1975; İslâm Medeniyeti Tarihi,

Ank-1973; Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz. H.D.

Yıldız, Ank-1990.

Boyunaga, Yılmaz; Türk-tslâm Sentezi, ist-1979. Brockelmann, C; İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çev. N. Çağatay,

Ank-1953.

Danişmend, î. H.; Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu, Konya, 1978. Esin, E.; İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Girişi, İsl-

1978.

Kafesoğlu, İ.; Türk Millî Kültürü, İst-1983. Kitapçı, Z.; Türklerin İslâm Medeniyetindeki Yeri, Ank-1973; Yeni İslâm

Tarihi ve Türkistan, Ist-1991. Tanyu, Hikmet; Türklerin Dini Tarihçesi, 1978. Togan, Z. V.; Umumi Türk Tarihine Giriş, İst-1949; Bugünkü Türk İli

Türkistan ve Yakın Tarihi, İst-1981.

Turan, O.; Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ank-1965. Yıldız, H. D.; İslâmiyet ve Türkler İst-1980.

Kaynak; CEM Vakfı Yay. Alevi İslam Yolu, Doç Dr. Hüseyin Bal.

Deylemandan Dersim’e, Kaya Ali, Can Yay. 2001 İstanbul.

TarihII, Orta Zamanlar, TT Cemiyeti Tarafından yazılmıştır, 1933 İstanbul.

Kemal Kara, Tarih 1, Önde Yay, 1994 İstanbul.

Prof. Dr. Faruk Sümer, Yüksel Turan, Tarih Lise 1, 1986 İstanbul.

Şahin Tahir Erdoğan, İslam Tarihi 1, Bem-Koza Eğitim Bas. Yay. 1993, İstanbul

Prof. Dr. Çağatay Neşet, Başlangıçtan Abbasilere kadar İslam Tarihi, Türk Tarih Kurumu, 1993 Ankara.

Ahmed Hamdi Zaza Paşa Musavver-el Eimmet'il Isna-i Aşere

Ahmed Hezarfen Tarih ve Toplum Dergisi, Yıl. 1999 Sayı. 189

Ahmed Sırrı Baba, Kaygusuz Dergâhı envanteri Leideh Üniversitesi Fakîr'de mahfuz. Temin eden: Dr. Hülya Küçük

Ahrned, Cevdet; Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-iHulefâ, Haz. M.iz, Ank. 1973

Ali Koca Baba / Sözlü bilgilenme (Tekke Köyü'nde Mukim)

Ank. 1991 Taberi; Milletler ve Hükümdariar Tarihi, Çev. Z.K.Ugan - A.Temir, Ank. 1955.

Ank-1973; Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz. H.D. Yıldız, Ank-1990.

Barthold, W.; Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Çev. K. Y.

Bedri Noyan Dedebaba Bektaşîlik Alevilik Nedir? Ant / Can Yay. 1995 İst.

Bedri Noyan Dedebaba Seyyid Ali Sultân Velâyetnâmesi, Cezbi Abdal / 17. Yüzyıl İstinsah: Ali Rıza Kadimi Baba

Bektaşî Nefesleri ve Şairleri-Turgut Koca Baba. İst. Maarif Kitapları-1990 / İst.

Bektaşî Zaviyeleri-Başbakanlık arşivi Gnl. Md. H. 1423'e ait, 9771 ve 1243 nolu evrak.

Bektaşîliğin Coğrafi Dağılımı-Von Hasluck. Çev. Turgut Koca

Bektâşîlik-Murat Sertoğlu-lst. 1969

Belâzurî; Futuhu'l Buldan, Çev. M.Fayda, Ank. 1988

Berki, A.H.- Keskioğlu, 0.; Hazreti Muhammed ve Hayatı, Ank. 1986.

Boyunaga, Yılmaz; Türk-tslâm Sentezi, ist-1979. Brockelmann, C; İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çev. N. Çağatay, Ank-1953.

Danişmend, î. H.; Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu, Konya, 1978. Esin, E.; Islâmiyetten önceki Türk Kültür Tarihi ve Islama Girişi, Isl- 1978.

Deylemandan Dersim'e, Kaya Ali, Can Yay. 2001 İstanbul.

Eb'ul Hayr Rumi Saltuknâme, Topkapı Sarayı Hazine Dai. No: 1612

Edirneli Seyyid Emin Baba Bektaşîlik ve Tasavvuf Kılavuzlu köyünde mukim Halife Tevfik Çetin Baba'da mahfuz cüz.

El-Risale Al-Ahmediye Fi-Tarîkatı Bektâşîyye-Ahmed Sırrı Baba Caıro 1959-Abduh
Enver Matbaası

Fayda, M.; islâmiyet'in Güney Arabistan'a Yayılışı, Ank. 1982

Fazlurrahman; İslâm, Çev. M.Dağ - M.Aydın, ist. 1981.

Fığlalı, E.R.; "Haricîliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler". AÜİFD, XX,

Harput'lu ishak Efendi Kaşif-ül Esrar ve Dafi-ül Esrar 1873-lstinsah Sahifeler / Mahfuz

Hasan, î.; İslâm Tarihi, I, Çev. Heyet, ist. 1985

Hitti, Ph.; Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, Çev.S.Tuğ, ist. 1982

Hz. Muhammed'in Savaşları, ist. 1981.

İstinsah Sahifeleri Bektaşîlik Zaviye Defterleri Başbakanlık Arşiv Gen. Müd. No:771-H. 1243(1827)

John. K. Bırge Bektaşîlik Tarihi, Çev. R. Çamuroğlu, Ant. Yay. 1991. İst

Kafesoğlu, İ.; Türk Millî Kültürü, ist-1983. Kitapçı, 2.; Türklerin İslâm Medeniyetindeki Yeri, Ank-1973; Yeni İslâm

Kaygusuz ve Abdal Musa Menâkıpları-Yazma Mahfuz Sahifeler

Kemal Kara, Tarih 1, Önde Yay, 1994 istanbul.

Kitâbeler-lsmail Hakkı Uzunçarşılı-ist. 1929

Koca Kenan Paşa Fütûhat-ı Toktamış, Kaynak: Merhum Çorlu'lu Mehmet Ali Çarıkçı Baba'dan istinsahi bazı sahifeler / Mahfuz

Koksal, MA; İslâm Tarihi (Mekke Devri), İst. 1981.

Kopraman-A.l. Aka, Ank-1975; İslâm Medeniyeti Tarihi,

Lıngs, M.; İlk Zafer Yıllarında İslâm, Çev. N.Uzel, ist. 1983.

Mahmut, S.F.; İslâm Tarihi, Çev. A.Kevenoğlu -A.Sümer, İst. 1973

Mehmet Ali Çarıkçı Baba / Vucûd-u Ademullâh-el yazma-mahfûz

Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divânı-Çev. Doç. Dr. Bedri Noyan

Mıquel, A.; İslâm ve Medeniyeti, I.Haz. A.Fidan, Çev. A.Fidan - H.Menteş,

Prof. Dr. Çağatay Neşet, Başlangıçtan Abbasilere kadar islam Tarihi, Türk Tarih Kurumu, 1993 Ankara.

Prof. Dr. Faruk Sümer, Yüksel Turan, Tarih Lise 1, 1986 İstanbul.

Refik Soykut Orta Yol Ahilik, Ankara 1971

Risalet-i Ahmediye-Ahmet Sırrı Baba-Kahire-1939

S.219-248. Hamidullah, M.; İslâm Peygamberi, Çev.M.S.Mutlu, İst. 1972.

Şahin Tahir Erdoğan, islam Tarihi 1, Bem-Koza Eğitim Bas. Yay. 1993, istanbul

Şemsettin Sami Kamus-ul A'lam, İst. 1314

Tarihi ve Türkistan, lst-1991. Tanyu, Hikmet; Türklerin Dini Tarihçesi, 1978. Togan, Z. V.; Umumi Türk Tarihine Giriş, İst-1949; Bugünkü Türk İli

Tarihli, Orta Zamanlar, TT Cemiyeti Tarafından yazılmıştır, 1933 İstanbul.

Turan, O.; Selçuklular Tarihi ve Türk-lslâm Medeniyeti, Ank-1965. Yıldız, H. D.; İslâmiyet ve Türkler lst-1980.

Turgut Koca Baba Bektaşî Şairleri ve Nefesleri, istanbul Maarif Kitaphanesi İst. 1990

Türkistan ve Yakın Tarihi, İst-1981.

Velâyetnâme-i Seyyid Ali Sultân Cezbi Abdal, Cebeci il Halk Kütüphanesi No:1189

Velâyetnâme-i Seyyid Ali Ahmet Sırrı Dedebaba, Cairo 1932-lstinsah Sahifeler

Vie D'ali Pacha-Bequcamp-Holland Travers (mahfuz)

Yemini Faziletnâme, Haz. Fevzi Gürgen, ist. 1960

Zuhuri Danışman Osmanlı imparatorluk Tarihi, ist. 1956, S. Güniz/S. Özaygen Matbaası

__________________
Cigani smo meraklije ne mozemo bez rakije

 

 

 

belmak

 

Açık Profil bilgileri

 

belmak - Özel Mesaj gönder

 

belmak - Daha fazla Mesajını bul

19. October 2007, 13:16

  #2

belmak

Prvi seljak

 

 

Üyelik tarihi: May 2007

Mesajlar: 714

Seljak 682 Mesaj için 2.429 Teşekkür aldı.

This message has been thanked: 2 times

Seljak 11 Mesajda 11 Defa Eksilendi!

Cevap: Sarı Saltuk


Bektasi Geleneklerinde Balkanlara ilk Gecis: Sari Saltuk Soylencesi

Doç. Dr. Belkıs Temren

Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi

Bektaşilikten nasip alarak (el alarak) Bektaşi seyr ü sülûk’unca (eğitim düzeni gereğince) eğitim gören kiyişe Bektaşi denir. Bektaşikte verilen eğitim “bireyin kendini eğitmesi” prensibine dayalıdır. Bu nedenle nasipli kişi Bektaşiliğe giriş töreni niteliğindeki “nasip töreni” sonunda şu cümleyle gruba katılır. “Seni sendden aldık, sana teslim ettik”. Bu anlayış Bektaşiliği diğer tasavvuf okullarından ayıran en önemli noktadır. Çünkü, artık bir eğitim grubunun üyesidir ama yapması ve yapmaması gerekenleri kendisine empoze eden bir ustası (şeyhi) yoktur. Usta (mürşid), ona neyin doğru veya yanlış olduğunu söylemeyecek, doğru ve yanlışı kendisinin ayırdedebileceği yetenekleri kazandıracak kişidir. Böylece kişi düşünerek, çevresini dikkatle izleyerek ve kendisine sunulan usta malı bilgiyi irdeleyerek doğrularını oluşturacaktır. Gerçeğe, ya da tasavvufi deyimle, hakikate giden yolda nasıl yürünebileceğinin prensiplerini alacaktır ama marifeti geliştirip, yürümek kendi sorumluluğundadır. Bu nedenle zor bir yoldur. Bireyin her an kendisini “terazide” hissettiği bir yoldur. Bu nedenle zor bir yoldur. Bireyin her an kendisini “terazide” hissettiği bir yoldur. Bunu anlatmak için, yola girmeye niyetlenenlere “ateşten gömlektir, demir leblebidir” diye ihtarda bulunulur. İşte bu yolun yolcuları için en önemli eğitim araçlarından bazıları da geleneklerinde yer etmiş söylencelerdir. Bunlar çoğu zaman velayetnamelerde karşımıza çıkar. Bunlarda derin bir felsefenin işlenmesi izlenir. Söz konusu olan Türk tasavvufudur.

Günümüzde Bektaşilik kurumu, evrensel insan olarak yetişmek isteyen tanrı-insan-evren sevgisini bütünleştirerek barışcı, hoşgörülü, kendini bilen, insana sevgi ve saygı ile bakan olgun insan olmak için kendini yetiştirme fırsatını tanıyan bir tasavvuf okulu olarak işlev yapmaktadır.

Anadolu’da oluşumunu tamamlayan Bektaşilik daha çok batıya Trakya ve Balkan ülkelerine yayılmıştır. Bu yörelerin Türk kültürü, Türk dili ve Türk’ün islam anlayışı ile tanışmasında ve bunların benimsenmesinde Bektaşiliğin çok önemli bir payı vardır. Özellikle Moğol istilası sonrası yaşadıkları topraklarda huzursuz olan ve göçe zorlanan Türk boyları o zamanlar Rumeli (Rum diyarı) olarak tanınan Anadolu ve Balkan yörelerine göçlerini yoğunlaştırmıştır. Başlarında bir önder ile yola çıkan göç kafileleri kendilerine yurtluk ararken daha çok meskûn olmayan yörelere yerleşmişlerdir. Bektaşiler genellikle sapa yerleri veya mevcut köylerin dışında, kenarında yerleşmeye elverişli bölgeleri yurtluk olarak seçmişlerdir. Geldikleri ve yurt edinmeye çalıştıkları yeni yerlere kültürlerini, dillerini, inançlarını da beraberce götürmüş ve çevrede yaşayan yerli halkla barışcıl ilişkiler kurmaya özen göstermişlerdir. İşte bu kafilelerin başında çoğu zaman onlara yol gösteren, önderlik eden konumunda “derviş” niteliğine sahip yiğit, saygın, liderlik özelliği olan kişiler bulunmaktadır. Savaşların hikayeleri, askeri hikâyeler, daha çok “gaza-name” ve “fetihname”lerde yer alırken, halkın belleğinde yer eden din” ve geleneksel hikâyeler ise, “velayyetnameler”de dile getirilmektedir. Bunlarda maddi fetih yerine, manevi fetih ön plana geçmiştir. Bu manevi fetihleri yapanlara da Alp-Erenler denmiştir. “Alp” sözcüğü, “kahraman”, “yiğit” anlamlarını taşımaktadır. İlk Bektaşi yazmalarında “Gaziler” sözü de “derviş” anlamında kullanılmıştır. Böylece, “Alp” ve “Gazi” destan kahramanları birleştirilerek “Alp-Erenler” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bedreddin Noyan Dedebaba, Alp-Erenlerin tanımını şöyle yapar: “Türk halkına sadece mistik inanışları aşılamak ve onları olgunlaştırmakla kalmayıp, savaşçı arkadaşları ile düşman topraklarına akınlar yapıp çarpışmış olan kimselere Alp-Erenler diyoruz”. Aşık Paşa Alpliği “dünya” ve “din” alpliği diye ikiye ayırır. Bunlardan Dünya Alp’inde şu dokuz şartın bulunması gerektiğini savunur: Kuvvetli bir yürek, güçlü bir pazı, gayret, iyi ve cins bir at, savaş elbisesi, yay kılıç, süngü ve iyi bir arkadaş. Din Alp’inde bulunması gereken dokuz şart ise şunlardır: Erenlik, riyazet, azim, aşk, tevekkül, şeriate uyma, bilgi, himmet, iyi bir arkadaş. Alp-Erenler arasında, Sarı Saltuk, Geyikli Baba, Abdal Musa Sultan ve Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli) gibi daha birçoklarını saymak mümkündür.

Bu yazımızda Avrupa’ya(1) geçen öncü Türkler arasında önemli yere sahip Alp-Erenler’den “Kilgra Sultan” ve “Aya Nicolas” olarak da tanınan Sarı Saltuk Baba’dan söz etmek istiyoruz.

Sarı Saltuk ile ilgili bilgileri Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Saltuknameler gibi eserlerden ve yaşayan Bektaşi geleneklerinden ediniriz. Saltuknameyi Cem Sultan, Ebu’l- Hayr-ı Rumi’ye yazdırmıştır. Sarı Saltuk’un ölümünden yaklaşık iki yüzyıl sonra (MS 1480’de) sözlü gelenekten toplanarak kaleme alınmıştır.

Gölpınarlı “Saltuk” kelimesinin “salt”tan türediğini ve “salt”ın Çağatay, Kırgız, Kırım ve Batı Oğuz lehçelerinde “yüksüz, sade, yalnız, münferit, hür azad” mânalarına geldiğini belirtir. Saltuk kelimesinin “salmak” fiilinden türetilmiş Türkçe özel bir isim olduğu inancı ise daha yaygındır. “Hünkar, haydi seni Rum ülkesine saldık” anlamındaki gibi.

Velayetnameye göre, Sarı Saltuk ile Hacı Bektaş Veli karşılaşmıştır. Karşılaşma velayetnamelerin temel özelliklerinden biri olan simgeleştirme motifleri ile şöyle anlatılır: Horasan’da iken kendisine Anadolu’ya gitmesi ve Hacı Bektaş Veli’yi bulması öğütlenen Sarı Saltuk denileni yapar ve Suluca Karahöyük yöresine gelir. Birgün, Hacı Bektaş Veli çilehanededir. Çilehaneden çıkarak adına Zemzem Pınarı denilen su başına gelir, burada pınar boyunca koyunlarıyla yürümekte olan bir çoban görür. Arkasından “adın nedir?” diye seslenir. Çoban, “adım Saru Saltuk’dur” diye yanıtlar. Hünkâr kendisine, “durma yürü, seni Rum’a saldık” der. Burada yine velayetnameye göre, Hacı Bektaş Veli’den “safâ nazar” alan Sarı Saltuk, “erlik mertebesine” ulaşır ve “hâl ehli”ne katılır. Dikkat edilirse bu terimlerin hepsi Bektaşi literatüründe sıkça geçen ve her birinin derin ve katlı anlatımları(2) olan simgesel anlatım içermektedir. Örneğin, çoban, koyun, sâfa nazar, erlik mertebesi, hâl ehli gibi terimler bu sade hikayeyi çok daektedir. Örneğin, çoban, koyun, sâfa nazar, erlik mertebesi, hâl ehli gibi terimler bu sade hikâyeyi çok daha derin anlamlar taşıyan bir hikâye haline getirmektedir. Bu küçük açıklamadan sonra hikayemize geri dönecek olursak, Sarı Saltuk, Pir’e “koyunları ne yapayım” diye sorar. Aldığı yanıt, “koyunların sahibi gelinceye kadar buradan ayrılma ve sonra Taptık İmre’ye git. Bizden selam götür. Sana silah versin, yoldaş versin sonra Rum’a git” şeklinde olur. Böylece, Sarı Saltuk yola çıkar ve Taptık İmre’ye ulaşır. Ona mesajı iletir. Taptık ona bir yay ve yedi ok(3) verir. Ağaç (tahta) kılıç kuşatır. Bir de seccade verir. Ulu (büyük) Abdal ve Kiçi (küçük) Abdal’ı da beraberinde yoldaş olarak görevlendirir. Söylenceye göre, Ulu Abdal gerçekten heybetli bir yapıya sahiptir, Kiçi Abdal ise ufak tefektir. Bektaşi geleneklerinde hiçbir sıfatın boşuna ve anlamsız kullanılmadığını dikkate alırsak Sarı Saltuk’a yoldaş olanların en büyük ve en küçük, makro ve mikro anlamlarını da simgelediğini kolayca çözümleyebiliriz. Ayrıca, Trakya haritasına baktığımız zaman, Keçiborlu ve Uluborlu’yu görürüz. Bunlar, bu iki derv büyük) Abdal ve Kiçi (küçük) Abdal’ı da beraberinde yoldaş olarak işin Hakk’a yürüdükleri makamlar olarak bilinir. Dervişlerin adları yörenin adı olmuştur. Zaten Türk geleneklerinde kahramanlık hikâyeleri ve kahramanlar yörelere ad verilmesinde önemli bir etkendir. Bunu en iyi şekilde Seyyid Ali Sultan’a ilişkin söylencelerde izleriz. Sarı Saltuk’un hikayesine geri dönersek, bu yolculuğunda, Hızır da kendisine rehber olarak tayin edilir. Hikâyemiz yine ok, yedi, yay, tahta kılıç, secikleri yerde bugün dahi hâlâ yemyeşil taze çimen biter ve burası yaz kış yeşilliktir. Orada, seccadeyi suya koyar4 ve üzerine binerler. Seccade onları Dobruca taraflarında Kalikra 5 (Kilgra) adlı bir kalenin yakınına götürür. Sinop’tan seccadeyle su üzerinde aldıkları yolun izi, yine güncel hikaye aktarımına göre, deniz ne kadar dalgalı olursa olsun, hâlâ sakin ve durgundur. Kalikra halkı bir hüzün ve tedirginlik yaşamaktadır. Buna neden, bir mağaraya giren ejderha halkı ürkütmüş ve beyleri de başlarında olmak üzere halk kaçmıştır. Sarı Saltuk yöreye gelince bu mağaraya girer. Karşısında yedi başlı bir ejder vardır. Her başına bir ok atarak onu vurur, fakat ejder kendisine saldırır, ölmemiştir. Zor durumda kalan Sarı Saltuk, Hızır’ı yardıma çağırır. Bu sırada Hızır, Hacı Bektaş ile muhabbetedir. Gelir, ejderi haklaması için gerekli olan bilgiyi verir : “Kılıcınla başını kes”. Bunun üzerine Sarı Saltuk belindeki tahta kılıcı anımsar ve kılıcıyla ejderin 7 başını da keser. Böylece ejdere galib gelir. Hızır’a döner ve tahta kılıcı unuttuğunu, aksi takdirde kendisini rahatsız etmeyeceğini söyleyerek özür diler, teşekkür eder. Sonunda kalenin beyi ve halk geri çağırılır. Durumu gören halk Sarı Saltuk’a iman ederek saygı gösterirler.

__________________
Cigani smo meraklije ne mozemo bez rakije


Konu belmak tarafından (19. October 2007 Saat 13:22 ) değiştirilmiştir..

 

       

 

 

belmak

 

Açık Profil bilgileri

 

belmak - Özel Mesaj gönder

 

belmak - Daha fazla Mesajını bul

19. October 2007, 13:17

  #3

belmak

Prvi seljak

 

 

Üyelik tarihi: May 2007

Mesajlar: 714

Seljak 682 Mesaj için 2.429 Teşekkür aldı.

This message has been thanked: 2 times

Seljak 11 Mesajda 11 Defa Eksilendi!

Cevap: Sarı Saltuk


Aynı hikaye Saltukname kaynaklı olarak bugünlere gelirken halk arasında kazandığı anlatımda simgeler zenginleşmiş ve şöyle bir anlatıma kavuşmuştur. Hikâyede Kalikra’ya varmadan önce, ilk olarak karaya çıktıkları yer Gürcistandır. Kendilerinin geleceğini önceden hisseden Gürcistan beyi Küreyiş tarafından karşılanırlar. Gürcüler, Sarı Saltuk ve arkadaşlarını ağırlarlar, onlarla sohbet ederler. Saltuk, bu ziyaret sırasında, tekbirleyerek onlara “Hüseyni” taç giydirir. O günden sonra yöre, artık bu tarz taç kullanır. Hikâye diğer yönleriyle Kalikra’ya 6 varışlarına kadar aynı devam eder. Üzüntü içindeki kale halkını görünce Sarı Saltuk nedenini sorar. Kendisine verilen yanıtta, yedi başlı bir ejderhanın yöre çocuklarını kaçırıp bir mağaraya götürdüğünü öğrenir. Halka korkmamalarını, kendisinin ve arkadaşlarının çocuklara yardımcı olacağını söyler. Böylece Sarı Saltuk mağaraya girer. Mağaranın girişinde ejderle karşılaşır. Yanındaki 7 okun her birini, ejderin her bir başına atar. Ejder yalpalar, fakat ölmez, hırslanır ve gövdesiyle hışımla Sarı Saltuk’un üstüne gelir ve onu sıkıştırır. İşte bu anda zorda kalan Sarı Saltuk, “yetiş ya Hünkâr” diye seslenir. Anadolu’da Hacı Bektaş ile muhabbette olan Hızır, Hünkâr tarafından yardıma gönderilir. Anında Saltuk’a, “belindeki kılıcı niye kullanmıyorsun?” mesajı gelir. Bunun üzerine belindeki tahta kılıcı çıkararak önce ejderin gövdesini ikiye bölen Sarı Saltuk, yöreyi yasa boğan ejderhayı öldürür. Ancak, çocuklar etrafta görünmez. Korkmuş olan çocukların mağaranın derinliklerinde olduklarını düşünürler. Sarı Saltuk çocukların ürkmüş olacağını ve onların kendilerinden de ürkmemeleri, dost olarak geldiklerini anlamaları için beraberindeki dervişlere öğütlerde bulunur. Öğütleri dinleyen dervişler kozalaklardan ve ağaçlardan oyarak çeşitli hediyeler yaparlar. Bunları beraberlerindeki çorapların içlerine doldururlar ve ellerinde bu hediyelerle mağaraya, çocukları almaya girerler. Çocuklar kendilerine hediyeler getiren bu insanları sevinçle karşılar. Gece ilerlemiş etraf karanlıktır. Ellerinde, uyandırdıkları mumlarla mağaradan çıkarlarken, onları çocuklarıyla beraber görecek olan halkın ne olup bittiğini daha iyi anlaması ve gerçeğin farkına varması için etrafı mumlarla aydınlatmayı da ihmal etmezler. Bu nedenle çevredeki çam ağaçlarına mumları dikerler ve aydınlık içinde Sarı Saltuk ve dervişleri ejderhanın elinden kurtarılmış çocuklar ve ellerinde hediyeleri ile birlikte mağaradan dışarı çıkarlar ve dervişlerin hazırlamış oldukları tahta kızaklara binerek kasabaya ulaşırlar. Yöre halkı ejderhanın yok edilişine ve çocukların kurtuluşuna çok sevinir. Çocukları ailelerine teslim zamanı gelmiştir. Sarı Saltuk çocukları birer birer kucağa alıp teselli eder, “ Hü-Hü-Hü” diyerek sırtlarını sıvazlayıp, niyazlayarak iyi dileklerle, yöre halkına teslim eder. Bütün bu olağanüstü gayreti gösteren kırmızı elbiseli, uzun çizmeli ve başlarında börk olan kurtarıcılarını gören halk, Sarı Saltuk’ı bir aziz olarak kabul eder ve bu yörede, yerel halk tarafından artık ona “kurtarıcı, teselli edici” anlamlarında “Aya Nikola” denmeye başlar. Ancak, kurtarıcılarının müslüman Türkler olduklarını öğrendiklerinde halk şaşırır. Üstelik bu Türkler, beraberlerinde getirmiş oldukları yegâne yiyecekleri olan kurumuş ekmeklerini yerli halkla paylaşmak istemektedirler. Buna mukabil, yerli halk da, onlarla paylaşmak için şarap getirir. Ortaya bir de tuz konur. Dikkat edersek hikayemizin tümünün simgesel, katlı anlatımla yüklü olduğunu izleyebiliriz. Burada, yine Bektaşi öğretisinde çok önemli anlamları olan ekmek, şarap ve tuz simgelerinin kullanıldığını görmekteyiz. Hikâyeye devam edecek olursak, böylece kurulan bir sofrada beraberce oturur, aynı ısa peygamberin yaptığı gibi ekmeklerini bölüşür ve şarap içerler. Hemen rahatlık ortamı oluşur. Dostluk kurulur, sohbet başlar. Bu da Bektaşi geleneklerindeki Noel Baba’nın hikayesinin kökenini oluşturur. Bektaşi geleneğinde Noel Baba’nın gerçek kimliği Sarı Saltuk’dur.

Giysisiyle, “Hü-hü-hü” şeklindeki üçlü niyazlamasıyla, çam ağaçlarındaki mumlarıyla, kızaklarıyla Türk gelenekleriyle süslenmiş derin bir anlatıma sahiptir. Bektaşi gelenekleri Noel Baba - Sarı Saltuk ilişkisini anlatırken şu sorgulamaya yer verir: “Başka hangi kültürde Noel Baba’nınkine benzer bir kıyafeti ve hangi dilde Ho-ho-ho diye seslenmeyi görüyorsunuz? Ho, hü veya hu’nun farklılaşmış söylenişidir. Kıyafete gelince, bu, Türk dervişlerin kıyafetleridir. Bu kıyafetle de ne Antalya’nın sıcağında dolaşılır ne de güneyin herhangi bir yerinde. Sarı Saltuk’un gerçek güzergâhı olan ve daha çok dolaştığı yerler olan Trakya ve Balkan’lardaki Türk dervişlerin kıyafetleridir” şeklinde açıklama getirirler. Sarı Saltuk söylencesinin tümü simgesel anlatımla bezenerek çok derin barış ve sevgi mesajları taşımaktadır. Bugün, Bektaşi geleneklerinde Sarı Saltuk bayramında bu hikaye tüm canlılığıyla yaşatılır. Hıristiyanların Noel’i kutladıkları sıralarda Bektaşi geleneklerinde Sarı Saltuk Bayramı kutlanır. Kurulan özel sofrada Babaerenler Sarı Saltuk menkıbesini anlatır, gerek gördüğünce açıklamalar yapar. Tümüyle katlı anlatım içeren bu söylencelerin doğru olup olmadığı, yaşanıp yaşanmadı veya tarihin hangi zamanında gerçekleştiği ise hiç de önemli değildir. Simgeler ve anlatılmak istenen şeyler tamamen “hakikat” diyarının meyveleridir. Bektaşilerce önemli olan da budur.

Bektaşilerin geleneklerinde, semavi dinlerin tüm özel günlerinin bir karşıtı vardır. Bir hıristiyanın veya bir yahudinin elemli gününe mutlaka Bektaşinin de elem bazlı bir özel din günü rastlar. Bunun yanısıra, yine, onların seviçli, kutlamalı din günlerine Bektaşilerin de sevinçli, kutlamalı, şenlikli bir din günleri rastlar. Nasıl Kur’an tüm semavi dinleri içeriyorsa, onları kucaklıyorsa Bektaşilik de tüm semavi dinlerin özel dinsel ritüellerini içerir ve kucaklar. Bunun özellikle Balkanların fethinde şöyle bir işlevi vardır. Yeni yurtluklara yerleşmeye çalışan Bektaşi Türkler gittikleri yerde kendilerine komşu olarak yaşayan Hıristiyan kültürü tarafından yadırganmamış, yabancılanmamıştır. Hatta kendilerine oldukça benzeyen adet ve gelenekleri onlarda biraz daha ihtişamlı ve anlamlı bulan pek çok hıristiyan kitle, severek içtenlikle Bektaşi olmuşlardır ve Bektaşi oldukları için müslümandırlar. Bu özelliği görüp anlayan Osmanlı yöneticileri imparatorluğun kuruluş ve genişleme devrelerinde Bektaşilikten çok yararlanmışlardır. Bektaşiliğin ortadan kaldırılması ve baskılanması ile beraber imparatorluğun da çöküş devrine girmesi il ginç bir rastlantıdır.

Sarı Saltuk’un hikâyesine dönecek olursak, dervişlerin ejdere karşı başarısı toplumda memnuniyet yaratmıştır ancak, bu toplumda da hemen her toplumda olabildiği gibi başarıyı ve dostlukları çekemeyenler olmuştur. Hele kendi düzenlerine gölge düşmüşse, koltukları sallanmışsa, menfaatleri elden gidiyorsa, buna seyirci kalmak istemeyenler olabilir. İşte Kalikra’da böyle bir rahip vardır. Bu rahip, sihirle gökyüzünde uçar. Sarı Saltuk’un da sihirbaz olduğunu öne sürer. Erenler, Sarı Saltuk’un sihirbaz olmadığını “kudret sahibi” olduğunu belirtirler ve bunun için ateş denemesi yapılması gerektiğini söylerler. Böylece, rahiple Sarı Saltuk beraberce kaynar kazana girerler. İki gün sonra, Saltuk çıkar, rahip erimiştir. Bir başka söylenceye göre, ejderin ateşinden yanmayan Sarı Saltuk’u rahip sihirbazlıkla suçlar. Elbisesinin sihirli olduğunu, onu koruduğunu ileri sürer. Bunun üzerine rahiple elbiseleri değiştirirler. El ele ateşe girerler. Sarı Saltuk üryan vaziyette ateşten çıkar. Öte yanda ise, elbise yanmammıştır ama içinde rahip yoktur. Yine bu sırada, Hacı Bektaş Veli ve Hızır Hacıbektaş’ta Akpınar’ın olduğu yerde sohbet etmektedir. Hacı Bektaş “Saltuk’u terletiyorlar, biraz serinlik verelim ona” diye taşın üzerine su serper.

Sarı Saltuk’a ilişkin söylenceler bununla bitmez. Bir söylenceye göre Lehistan’da iken Mora’dan davet alır. Derler ki, “üç adımda atlar Mora’ya ulaşır”. Bu yer, Hıristiyanlarca da kutsal olarak bilinir. Burada yine yedi başlı bir canavarla karşılaşır. Canavarı öldürür ve leşini denize atar. Bu yerin adı “Leş kasabası” olarak bilinir.

Saltuk’ın 12 dil bildiği ya da 72 dil bildiği gibi bilgilere rastlarız. Bunlar da simgesel anlatım içerirler. Bektaşi geleneğinde 12 dil, dünyada 12 temel kara parçası7 olduğu inancından hareketle “tüm yeryüzü kıtalarının dillerini bilmek”; 72 dil bilmek ise, yine yeryüzünde 72 ayrı temel kültür bulunduğu inancından hareketle 72 milletin dilini bilmek şeklinde anlamlar taşımaktadır. Bu durumda tüm dünya insanlarının dillerini bilmek, onlarla anlaşabilmek anlamını içerir. Evrensel bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir. Kur’an-ı Kerim ve İncil’i çok iyi, ezbere bildiği kaydedilir. Semavi dinler hakkında yetkin bilgiye sahiptir. Saltukname bunu teyid ederek şu cümlelere yer verir: “Şerif (Saltuknamede Saltuk lakabını almadan önce Sarı Saltuk’un adı Şerif Hızır olarak geçer) minbere çıkıp bülend avazle incil okudu. Cem’i kâfirler hep ağlaştılar, gendülerinden gettiler” .

Sarı Saltuk’a ilişkin söylenceler halk arasında yaygın olarak kullanılarak bugünlere gelmiştir. Hikayeler hep kerametlerle doludur. Simgesel anlatım yüklüdür. Sarı Saltuk hikayelerin tümünde bağnazlığın, zulmün karşısında olmuş, dostluk ve barış elçisi olarak görev yapmış ve insanlığı Hak yoluna davet etmiş bir kimlikle karşımıza çıkmaktadır. Saltuknameye göre Sinop’un fethinden sonra (M.1214’de) doğmuş ve M.1300 yılında ölmüştür. Genel kanıya göre ise, bu tarihlere yakın tarihlerde 86 veya 99 yıl yaşamıştır. Evliya Çelebi’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Muhammed ve doğum yeri Buhara’dır. Babadağ’daki makamında kitabesinde adı “Seyyid Muhammed Buharî” olarak yazılı olduğu belirtilir. Saltukname’ye göre Sinop civarında doğmuştur ve asıl adı Şerif Hızır’dır . A. Gölpınarlı ve bazı araştırmacılar bunu teyid eder. Ömrü boyunca Aprupa’nın pek çok yerini ve Trakya’yı dolaşan Sarı Saltuk din, dil farkı gözetmeksizin insanlığa hizmet etmiştir. Onu tanıyanlar onu benimsemiş, kendilerinden bilmiştir. Bu nedenle hem bir aziz hem bir derviş olarak tanınmıştır. Ölümü bile insanlara ayrı bir ders niteliğindedir. Öleceğini hissettiğinde Sarı Saltuk 17 tabut hazırlanmasını (bu rakam bazı kayıtlara göre 7 dir) ve içlerine kendi ağırlığınca kum torbaları doldurulmasını ister. Ölümünden sonra gezmiş olduğu diyarlardan temsilciler gelir ve “Sarı Saltuk bizimdir, bizim diyara götürmek isteriz” derler. Kendilerine gerekli hazırlığın yapıldığını, dönerken yanlarına bir tabut da alarak dönecekleri söylenir. Hepsinin de yolda iken, meraklarını yenemeyip tabutları açtıkları belirtirilir. İçinde Sarı Saltuk’un nâşını görüp, rahatlayarak yollarına devam ettikleri anlatılır. Böylece, pek çok yerde bugün Sarı Saltuk’un makamı karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan en bilinenlerinden bazıları şöyledir: Kırım, Moskova, Danzing, Polonya, Bohemya (Pezonika), ısveç (Bivanjah) Türkiye (Babaeski 9, İznik, Diyarbakır, Bor ) Moldavya (Babadağı), Dobruca (Kalikra), Arnavutluk (Kroya).

__________________
Cigani smo meraklije ne mozemo bez rakije


Konu belmak tarafından (19. October 2007 Saat 13:23 ) değiştirilmiştir..

 

       

 

 

belmak

 

Açık Profil bilgileri

 

belmak - Özel Mesaj gönder

 

belmak - Daha fazla Mesajını bul

19. October 2007, 13:21

  #4

belmak

Prvi seljak

 

 

Üyelik tarihi: May 2007

Mesajlar: 714

Seljak 682 Mesaj için 2.429 Teşekkür aldı.

This message has been thanked: 2 times

Seljak 11 Mesajda 11 Defa Eksilendi!

Cevap: Sarı Saltuk


Bugün, Bektaşi öğretisinin önemli söylencelerinden birini oluşturan Sarı Saltuk Söylencesi hemen her yıl aralık ayının son günlerinde bir bayram eşliğinde anılır. Sarı Saltuk bayramı Bektaşilerin mutluluk ve sevinç içinde kutladıkları günlerden biridir. Bu özel günde çocukların etraflarında olmasından özellikle mutluluk duyarlar. Ana teması bilginin, aydınlığın cehaletle, bağnazlıkla savaşması ve zaferidir.


Kaynaklar:

Gölpınarlı, Abdülbaki. Vilayetname. 1998, ıstanbul.

Noyan, Bedri. Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi. 1986, Aydın.

Temren, Belkıs. Bektaşiliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu. Bektaşi Kültür Derneği yay.

(3. Bas*kı) 1998, An*kara

Temren, Belkıs. “Hıristiyan ve İslam Dünyası Arasındaki Köprü: Bektaşilik”

Cumhuriyet Gazetesi, 29 Mart-3 Nisan 1993.

Temren, Belkıs. Adn” Baba ve Hayder” Sultan kayıtları (Basılmamıştır)

Yüce, Kemal. Saltukname’de Tarihi, Dini ve Efsanevi Unsurlar.1987, Ankara.

1. Bektaşi geleneklerine göre Avrupa’nın adlandırılışı Fenikeliler zamanındadır. Hikayesine gelince, korsanlar “Europa” adında çok güzel bir kızı tutsak alırlar. Çanakkale boğazında karşıya geçirirler. Amaçları İtalya’ya götürüp kızı satmaktır. Bu güzel kız, Gelibolu’da ellerinden kaçar ve ormanda kaybolur. Korsanlar kızı ararken dillerini bilmedikleri yerli halka “Europa nerede?” şeklinde işaretler yardımıyla sorular sorarlar. Halk da, kızın kaçtığı yönü göstererek, “Europa, orada” diye işaret ederler. Böylece gösterilen yöndeki yörenin adı Europa (Avrupa) olur.

2 Katlı anlatım: Bektaşi literatüründe, konuşma tarzında bir cümlenin yalın anlamının dışında (zahir anlamı), başkaca içsel (bâtın) anlamları olmaktadır. Bunlar kişinin bulunduğu eğitim seviyesine göre algılanmaktadır. Aynı cümleyi dinleyen üç dört kiş, üc, dört ayrı seviyede mesaj alabilmektedir. Her anlam tek başına doğrudur. Hiçbir zaman yanlış bilgi içermez. Bu şekilde bir cümleciğin, birden fazla anlam, mesaj iletebilmesine, dinleyenin kendi seviyesine göre yorum yapabilmesine “katlı anlatım’ denilir. Nasıl “Kur’anın yedi kat mânası var’ denilince, kişinin seviyesi ilerledikçe aynı şeyi okuduğu halde farklı anlamlar, mesajlar alabileceği vurgulanıyorsa, Bektaşi literatüründeki pek çok simgesel cümlecik de aynı şekilde çeşitli mânaları içermektedir. Bektaşilikte hüner, bu şekilde “sırrı sır eden’ çeşitli seviyede mânalar içeren şekilde konuşabilme yeteneğini geliştirmektir. Bu Bektaşi eğitiminin doğal sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. (Temren, 1998:82)

3 Ok ve yay simgeleri Türk geleneklerinde önemli bir yer tutar. Özellikle ok, Üçok, Bozok Oğuz (Ok-uz) gibi kabile, boy anlamlarında da kullanılmıştır. Ayrıca “ok atmak” şeklinde kullanıldığında okun gittiği yönü ve düştüğü yeri belirlemesi gibi bir özelliği de vardır. (Yüce,1987:277-282)

4 Hasluck’a göre, seccadeyle su üzerinde ilerlemek motifi yine Sarı Saltuk’a ilişkin olmak üzere, “Ohri Gölünü bir hasır seccade üzerinde geçmiş olduğu” şeklinde yaşatılmıştır. Bu motifin kullanıldığı yer Ohri gölü üzerindeki Aya Naum Manastırı olarak bilinen bir slav azizinin makamıdır. Slavlar tarafından bir aziz olarak bilinen bu kişi yöre halkınca Sarı Saltuk’dur. (Hasluck, 1991:49)

Sarı Saltuk menkabelerinin yaygın olarak Hıristiyan dünyasında da benimsenmiş olduğuna başka bir örnek de Korfo Adasındaki Aya Sipridon olarak bilinen aziz makamının da aynı zamanda Sarı Saltuk makamı olarak kabul edilmiş olmasıdır.

5 Hasluck, Evliya Çelebi’nin Kalikra’da Sarı Saltuk adıyla anılan bir tekye ve türbesini ziyaret ettiğini ve tekyenin yıkılmış olduğunu bugün pek iz kalmadığını ama buna rağmen türbenin Müslüman ve Hıristiyanlarca ziyaret edildiğini bildirmektedir. (Hasluck,1991:23)

6 Burada Kalikarya, yani, “Kutsal Bakire” manastırı vardır.

7 Eski Bektaşi belgelerinde, evratlarda dünya üzerinde 12 büyük kara parçası (kıta) bulunduğu bilgisi vardır.

8 Burada Sarı Saltuk’un mezarlarından birinin bulunduğu bir Bektaşi Tekyesi vardır.

9 Babaeski’de bulunan Sarı Saltuk (Rumlar tarafından Aya Nikola olarak bilinir) türbesi hem Rumlar hem de Türkler tarafından daha çok şifa amaçlı olarak ziyaret edilmektedir.

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol