aleviliğin folk felsefe-inanç yanı.E.Korkmaz
ALEVİLİGİN FOLK FELSEFE / FOLK İNANÇ YANI
Bireyin-halkın inanç kanalında gönül çoşkusunu dışa vurabilmek, bunu yaparken önündeki aşılmaz engelleri aşabilmek için yarattığı, zaman zaman kendi dünyasına soktuğu, eliyle, saçıyla ya da bir sözüyle kutsadığı bir inanç kişisidir Hızır.
Esat KORKMAZ
"Felsefi Bilgelik" ötesinde Alevilik-Bektaşilik, tarihin uzak geçmişinde yaratılan ve geleceğe esin kaynağı olmak üzere gönüllerde yaşatıla gelen "halk bilgeliği" dir. (foIk felsefe)
Bir örnekle folk felsefe yanını somutlayalım. önce Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi 'ne kulak verelim:
"Hünkar'a ikindi üzeri, güzel yüzlü, tatlı sözlü, Alevi saçlı, yeşil giysili bir aziz geldi.
Boz donlu bir ata binmişti; Saru ismail karşıladı, atını tuttu. O kişi teklifsizce doğru Kızılcahalvet'e yöneldi ve içeri girdi.
Saru İsmail, 'Acaba bu atını tuttuğum er kim ola, şimdiye değin bunun gibi nurlu, güzel yüzlü ve heybetli bir er görmedim', diye düşüncelere dalmıştı. O sırada halifelerden biri geldi; İsmail'e, 'Tut şu atı' dedi ve Kızılcahalvet'in kapısına vardı. O aziz kişinin, Hünkar'ın karşısında oturmakta olduğunu gördü. Tam bu anda Hünkar, 'Ne yapalım Hızırım Ulu Tanrı seni bu işe koşmuş, Tanrı kullarını zordan kurtarman gerek; şu anda Karadeniz'de bir gemi batmak üzere, seni çağırıyorlar; sohbetine can atıyoruz ama ne çare; tez imdatlarına yetiş; tanrı izin verirse yine şerefleniriz', diyordu.
Hızır Peygamber hemen kalktı. Saru ismail dışarıda atı tuttu. Hızır dışarı çıkınca İsmail Hızır'ın üzengisini öptü. Hızır atını sıçrattığı gibi at, bir adımını Sulucakarahöyük'ün üstüne bastı, öbür adımda güneşle birlikte dolunay oldu ve gözden yitti; yalnızca karşıdan nalının parıltısı göründü. Saru İsmail, huzura varıp gördüğünü anlatarak, 'Erenler Şahı, bu giden aziz kimdir?, diye sorunca Hünkar, 'Kardeşimiz Hızır Peygamber'dir. Karadeniz'de bir gemi batmak üzereydi, oraya imdada koştu; O'nun yürüyüşü böyledir', dedi.
Saru İsmail Hızır 'ı gördüğüne çok sevindi. "
Bu söylence somut olarak gerçekleşmiş bir olay değil, Anadolu halkının kendisini temsil eden bir kimliğe yüklediği ve özlemini-dileğini yaşama geçirmek üzere soyut olarak düzenlediği bir kurgudur, yani bir "folk felsefe" ürünüdür. Hacı Bektaş Veli bu tasarımda, halkın yüzyıllar içinde yarattığı Hızır kültünden, yani folk felsefe ürününden yararlanır. Söylence de Hacı Bektaş Veli'nin "bireyüstü", "doğaüstü", gücü anlamına gelen Hızır kimliği nedir? Hızır özlemin atlısıdır bir bakıma. Anadolu halk inancında Hızır, peygamber ve ulu bir ermiş kabul edilir. Ondan, "Hızır Peygamber", "Hızır Aleyhis selam" ya da "Hızır Nebi" olarak söz edilir. Ölümsüzlük suyu içmiştir. Zaman zaman dünyaya gelip halkın arasına katılarak darda olanların yardımına koşar ve doğaya yeniden can verır.
Üzerinde çiçeklerden yapılan bir cübbesi bulunan, kırmızı pabuçlu, ak sakallı ve nur yüzlü bir yaşlı olarak betimlenir. Bastığı yerde güller, çiçekler açar; ekinler yeşerir; bülbüller ötmeye başlar. Elini sürdüğü kişi dertlerden, uğursuzluklardan ve hastalıklardan arınır; ömür boyu sürecek bir bolluğa kavuşur.
Hızır kültü, hemen hemen tüm halkların söylencelerini süsleyen bir öğedir. Söylencenin çok özel bir yeri olduğu Alevilik-Bektaşilik inancında-kültüründe ise daha bir anlamlıdır. Anadolu Aleviliğinin kurucu piri Hacı Bektaş Veli'nin söyIence zemininde birinci dereceden yardımcısıdır.
Hızır, bir türlü gerçekleştirilemeyen isteklerin, dileklerin nesnelleşmesine, toplumsalaşmasına duyulan özlemlerin beslediği, giydirip kuştattığı; doğaüstü yetilerle belirgin bir düş varlığıdır, bir kurtarıcıdır. Söylence dünyasında "oynanan kumarda", "talih oyununda", bireyden yana tavır koyan, kimi kez onu kazandıran, onun dileğinin, özleminin gerçekleşmesini sağlayan kutlu kişidir. Bir anda yanlışı doğruya çevirebildiği gibi çirkini de güzelleştiriverir.
Alevilik-Bektaşilik bir bilgelik öğretisidir, bir "erlik ya da eren öğretisi"dir. Bu öğreti, "felsefi bilgelik" ve "halk bilgeliği" ürünüdür.
|
Bireyin-halkın inanç kanalında gönül çoşkusunu dışa vurabilmek, bunu yaparken önündeki aşılmaz engelleri aşabilmek için yarattığı, zaman zaman kendi dünyasına soktuğu, eliyle saçıyla ya da bir sözüyle kutsadığı bir inanç işisidir Hızır.
Ölümsüzlük suyu anlamında abıhayat tasarımı kaynağını, ölümlü insanın ölümsüzleşmek yönündeki evrensel özleminden alır. Bu özlem hemen hemen bütün halkların geçmişinde vardır: Özlem, folk felsefe zemininde, yani halk bilgeliği alanında kimliklendirilerek güncele taşınmaya çalışır. Bu taşınmada başat folk kimlik Hızır, önemli bir işleve sahiptir. Örneğin, ölümsüzlük suyu bağlamında Proto-Aryanlar, yani Zerdüşt öncesi topluluklar, kimliklendirme konusunda oldukça yetkin tasarımlar geliştirmişlerdir. Güney Rusya'nın soğuk, zaman zaman kurak doğa koşullarında yaşayan Proto-Aryanlar için su ve ateş son derece önemliydi. Bu önemi nedeniyle su ve ateş birer "tanrı" olarak kimliklendirildi. Sözgelgni "Su Tanrısı" gücünü yitirirse, kuraklık olur, bitkiler, hayvanlar ve insanlar ölürdü. Su Tanrısı gücendirilmemeli, hoş tutulmalıydı; doğaya verdiği güç, sunulan adaklarla kendisine iade edilmeli, daha doğrusu gücü ona sık sık hatırlatılmalıydı. Aryanlar, "homa" içkisini, "yasna" adını verdikleri ilahilerin eşliğinde törenle suya dökerek, doğaya verdiği gücü "Su Tanrısı"na iade ederlerdi.
Homa, aynı adlı bitkinin özütüne süt katılarak elde edilen bir içkiydi; Mistik sunumda ise tanrısal koruyucu ruhun, yeryüzüne inerek büründüğü kimlikti "homa" bitkisi. Yani Mithra sisteminin önemli tanrılarından biriydi. Bitkinin özütü, ruhun ölümsüzlüğünü sağlayan, dirlik suyuydu.
Eski Türk söylencelerinde de ölümsüzlük veren (bengisu) inancı vardı.
Bu inanç, Antikçağ Yunanlılarında da yaygındı: Akhilleus doğar doğmaz annesi tarafından styx suyuna batırılmış ve ölümsüz kılınmış.
Görüldüğü gibi insanlar söylencelerinde bile ölümsüzlüğün olanaksızlığını görmüş, insanda sürekli diri kalan yanı, şeyi aramaya koyulmuştur; bu da Batıni felsefede akıl, bilinç olarak algılanan ruhtan başka bir şey değildir.
Güncele taşınma konusunda daha diri kalan bir başka söylenceye bakalım: Nizami'nin İskendernamesi 'nde, Ali Şir Nevai 'nin Sedd-i İskenderi'sinde ve kimi mesnevilerde anlatıldığına göre; abıhayatı bulmak için İskender'in yaptığı yolculuğa Hızır da katılır ve şebçerağıyla ışık saçarak ona yol gösterir; önden gittiği için daha önce abıhayatı bulur ve bu sudan içerek ölümsüzlüğe kavuşur; haber vermek için işaret koyacağı sırada çeşme yok olur.
Abıhayat söylencesi, evrensel bir özlemi diye getirirken, aynı zamanda insanoğlunun hiçbir biçimde ölümsüzlük kazanamayacağını anlatır.
Alevilik-Bektaşilik inancında ise abıhayat, tanrısal sırları kavrama gücü, Batıni anlayan sezgisel akıl ya da uyarıcıdan alınan bilgi olarak algılanır.
Bu bağlamda, insan için olanaksız olan zemine, "özlem" denen "ata" binilerek yapılan gezintinin baş kişisidir Hızır; rüyalarda muştulayıcıdır. Dondan dona girerek yeri geldiğinde insanı sorgulayan, yeri geldiğinde onurlandıran, ödüllendiren, kimi kez ipuçları vererek araştırmaya özendirir. Kısaca insanoğlunun özlemle yarattığı, özlemle devindirdiği, iyilikle, saflıkla donattığı; kendi isteğiyle güdümüne girdiği, yönlendiriciliğinden hoşlandığı, zaman zaman birlikte eğlenip birlikte güldüğü, ağladığı, tümüyle kendi yaratısı olan düşşel varlığın adıdır Hızır.
Görüldüğü gibi Alevilik-Bektaşilik bir bilgelik öğretisidir, bir "erlik ya da eren öğretisi"dir. Bu öğreti, "felsefi bilgelik" ve "halk bilgeliği" ürünüdür.
Aleviler, halk bilgeliği ürünü kimlikleri kutsarlar: Bu bağlamda Hz. Ali Hızır'ın yeni bedenidir, yani don değiştirmiş biçimidir. Bu nedenle Hızır için üç gün Hızır Orucu tutulur.
Oruç, kutsal gerekçesini şu söylenceden alır: Nuh'un gemisi fırtınaya yakalanır; halk;
"-Yetiş ya Hızır, bizi kurtar!", diyerek feryat eder. Dualar kabul olur; fırtına diner, gemi kurtulur. O günden başlayarak kurtulmanın anısına Hızır için üç gün oruç tutmaya başlanır.
Hızır Orucu eskiden Rumi aylara göre 31 Ocak ile 1 ve 2 Şubat günleri